Malum son zamanlarda dönüşüm çok moda bir kavram olarak karşımıza çıkmakta. Dönüşümde yenileşme, iyileşme, güçlendirme, modernleşme varken günümüzde ki siyasi vizyoner dönüşümde ise geri gitme, hayallerin üzerini örümcek bağlama, zihinsel çürümüşlük, siyasi çürümüşlük, ekonomik çürümüşlük var.

Bir kurumun, bir firmanın ya da bir topluluğun geleceğe yönelik amaçlarına ve hayallerine ulaşmak istediği hedefler vizyon olarak tanımlamakta.

Vizyon, bir kurumun, bir firmanın ya da topluluğun olmak istediği yeri, sahip olmak istediği algıyı, beklentilerini ve imajını içerir. Bunun yanında vizyon, bir kurumun, bir firmanın ya da topluluğun ne yönde ilerlemek istediğini, çalışanlarına ve dış dünyaya verdiği zihinsel bir ritüel olarak karşımıza çıkmakta.

Bir kurumun, bir firmanın ya da bir topluluğun marka hedeflerine ulaşmak amacıyla üstlendikleri hedef ve sorumlulukların tümü misyon olarak tanımlanmakta. Misyon, bir kurumun, bir firmanın ya da topluluğun hedeflerine yaklaşım tarzını yansıtmaktadır.

Ayrıca misyon, bir kurumun, bir firmanın ya da topluluğun önemsediği ve öne çıkardığı bakış açısı olarak ta tanımlanabilir.

İyi bir kurumun ya da iyi bir yönetimin varlığı liderin vizyonuna ve bu vizyonun misyona yansımasıyla ölçülür. Bu iki kavram bir zamanlar öylesine moda haline gelmişti ki bütün toplumu sarmış bütün dertlerin çaresi, bütün sorunların çözüm noktası olarak görülmeye başlamıştı.

Başarılı kurumların varlığı, başarılı yöneticilerin geleceği bu iki kavramın sahada ki uygulamasına bağlıydı. Kurumlar ve kurum yöneticileri bu moda kavramları sahiplenmişken siyasi parti liderleri geri kalır mı?

Vizyon ve misyon kavramaları acaba geçmişte siyasi partilerin amaç ve hedeflerine nasıl entegre ediliyordu? Bugün siyasi partiler nasıl entegre olmaya çalışıyor? Bunları karşılıklı incelenmenin yerinde olacağını düşünüyorum.

1989- 1993 yılları arasında başbakanlık yapmış Turgut Özal, ülkenin kalkınmasını orta direğin güçlendirilmesinde görmüş bütün siyasi vizyonunu orta direk diye tanımladığı halk kesimi üzerine kurmuştu. Bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti gerek ekonomik anlamda gerek teknolojik anlamda gerekse demokratik hayat anlamında ciddi anlamda büyük bir dönüşümden geçmişti.

Turgut Özal’dan sonra başbakanlığa Tansu Çiller geçti. 1993- 1996 yıllarında ilk ve tek kadın başbakan olarak görev yaptı. Turgut Özal’ın orta direği güçlendirme vizyonuna karşılık, Tansu Çiller seçim meydanlarında halkımıza her eve iki anahtar vizyonunu hedefe koydu.

Bu vizyon ile halkın oyuna talip oldu. Halk, Tansu Çillerin iki anahtar vizyonuna inanmış olacak ki oyunu verdi ve Tansu Çiller’i başbakanlığa taşıdı. Tabi Tansu Çiller Başbakan olunca iki anahtar vizyonu, misyona dönüşemedi. Bu vizyonun misyona dönüşmemesi bir kayıp gibi görünse de en azından insanlara bir umut aşılamıştı.

Umut; fakirin ekmeğidir, diye bir söz var. Ümitsiz ve umutsuz ne bir yaşam olur ne de bir yaşam tasavvur edilebilir. Toplumu ayakta tutmaya, topluma coşku vermeye yarayacak bazı hayallerin zaman zaman liderlerin siyaset arenasında dile getirmeleri, toplumun geleceğe yönelik stratejik planlar üretmelerine ve stratejik düşünmelerine sebebiyet verebilir bu anlamda Tansu Çiller’in iki anahtar vizyonu düşünsel yönden bir devrim niteliğindeydi.

Orta direğin güçlendirilmesi vizyonu, her aileye iki anahtar vizyonu, iktidar tarafından geliştirilen güncel siyaset arenasında kiralık ev vizyonuna dönüştürüldü, ciddi anlamda vizyoner bir iniş, geriye doğru bir dönüşüm gerçekleşti. Bu çok trajik bir durum anlayan için. İnsanların iki anahtar hayalleri suya düştüğü gibi yine 1990’ların orta direk kavramı da yok olup gitti.

Hayallerin yok oluşu yetmezmiş gibi insanların alım güçlerinin yok oluşu görmezlikten gelinerek her şey çok normalmiş gibi ekonomik güçsüzlük allanarak, pullanarak insanların önüne servis ediliyor. Hele son zamanlarda emekli ve emekçilerin pürü melal halleri görmezlikten gelinerek alım gücü daha iyi olan üst kademe yöneticilerine verilmek istenen ek ilave ödeme işi ise işin cabası.

ÖZER YILMAZ