Merhaba İnegöl'ün güzel insanları!
İnegöl'ün tarih ve kültürüne dair yazılarımıza devam ediyoruz.
İnegöl’ün derin köklerine inmek isteyen herkesin yolu bir “yokuş”tan geçer. Bu yokuş sadece coğrafi bir çıkıntı değil, aynı zamanda tarihin, medeniyetin ve dönüşümün sembolüdür.
Bugünkü şehir manzarasının ardında, toprak altında saklı duran binlerce yıllık bir geçmiş vardır. İşte bu yazıda, höyükten ovaya yayılan İnegöl’ün o sessiz ama köklü yürüyüşünü okuyacaksınız.
İnegöl’ün tarihi yalnızca Osmanlı ile sınırlı değildir; milattan önce iki binli yıllara kadar uzanan derin bir geçmişe sahiptir. Bugün belediye binası olarak kullanılan eski hükümet konağının inşası sırasında yapılan kazılar, bu topraklarda M.Ö. 2000'lerde bir yaşamın var olduğunu belgeler niteliktedir. Söz konusu yaşam, İnegöl Höyüğü adı verilen yapay bir tepecik üzerinde kurulmuştur. O dönemlerde bu höyük, Akhisar ve Kulacahisar güzergâhını birbirine bağlayan tarihî İpek Yolu'nun hemen arka planında, yani “interland”ında yer almaktaydı.
İnegöl’ün ilk adı olarak geçen “Modra” sözcüğü, bazı kaynaklara göre bu bölgenin korsan yatağı olarak kullanıldığını ve stratejik önem taşıdığını da ima etmektedir. Tarihî köprüler ve sırt yollarıyla çevre hisarlarla bağlantı kuran bu kasaba, hem ticari hem askeri geçişlerin odak noktasında bulunmuştur.
İlk yerleşim, halk arasında “yokuş” diye anılan höyüğün tepesinde başlar. Asırlar boyunca da bu tepenin dışına taşılmaz. Ancak Türklerin bölgeye hâkim olmasıyla birlikte bu durum değişir. Yıldırım Beyazıt, Anadolu’da Türk birliğini sağlama hedefiyle bu bölgeye yöneldiğinde, yerleşim höyüğün güneyine taşar. Bugünkü Cuma Camii’nin bu alanın hemen kenarına inşa edilmesi, şehrin gelişim rotasını da belirler.
Unutulmamalıdır ki Türk-İslâm şehirlerinde yerleşim düzeni mabedin çevresinde şekillenir. Bu anlayışın bir yansıması olarak, İnegöl’ün fethi sonrası Turgut Alp buraya yerleşmemiş olsa da güvenliği sağlamış, sosyal ve dini hayatın canlanması için adımlar atmıştır.
Bugünkü Sinan Bey Mahallesi'nin ortasına bir zaviye kurulur. Bu yapı, sadece bir ibadet mekânı değil; aynı zamanda misafirhane işlevi gören bir sosyal merkezdir. Orhan Gazi’nin de bu zaviyede görev yapacak imam ve hatipler için çiftlik ve mezraa vakfettiği bilinmektedir.
İlk yapılan zaviye günümüzde Sinan Bey Camii'nin çevresine denk gelir. Ardından askerî eğitimler için bir atış alanı kurulur — bu alan “Diğrîhî Çayırı” ya da “İrmyâz” adıyla bilinir ve Kâsım Efendi Camii’nin yakınındadır. Ticarî faaliyetler ise “Nakkârezen Çiftliği” adı verilen ve bugün İnegöl-Kırcalı Camii ile Sanat Okulu’nun bulunduğu bölgeye taşınır.
İnegöl, bu süreçte sadece bir merkez mahalleden ibarettir. Yıldırım Beyazıt’ın yaptırdığı Cuma Camii ve Yıldırım Hamamı ile bu merkez genişletilir. Yeni mahalle, Cuma Camii etrafında gelişir ve “Cami-i Kebir Mahallesi” ya da “Cami-i Şerif Mahallesi” adını alır.
İlginç olan, Yıldırım Beyazıt’ın inşa ettirdiği hamamı, yeni caminin yakınında değil, merkezi oluşturan Zaviyeli Mescid’e yakın bir noktaya inşa ettirmiş olmasıdır. Bu detay, bazı tarihçilerin karışıklığa düşmesine neden olmuş; İshak Paşa Hamamı’nı Yıldırım Hamamı zannedenler çıkmıştır.
Bugünkü belediye binasının bulunduğu alan, geçmişte İnegöl Tekfuru’nun sarayının yer aldığı bölgedir. Tahrir defterlerinde bu alan “saray yeri ve çayırı” olarak geçer. Osmanlı döneminde buraya Emlâk-ı Şâhâne binası yapılır. Tanzimat’tan sonra hükümet konağı olarak kullanılan bu yapı, 1940’lı yıllarda yıkılır ve yerine modern, kübik yapılı yeni bir belediye binası inşa edilir. Bu bina, Cumhuriyet devrinin prestij yapılarından biri olarak kabul edilir.
Yokuşun üzerindeki bir höyükten, ovanın içine yayılan büyük bir şehre dönüşen İnegöl’ün bu yolculuğu, sadece bir coğrafi genişleme değil; kültürün, dinin, ticaretin ve tarihin bir arada yoğrulduğu bir medeniyet hamlesidir.
(Yazı dizisi devam edecek…)
Sıradaki yazımızda görüşmek üzere! Yaşam sevinciniz eksik olmasın!