“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir.” (Yûnus - 107. Ayet)

Böyle bir ayetle karşılaştığımız zaman neler düşünmemiz gerek, ne hissetmemiz lazım, hangi inanca gönlümüzü bağlamalıyız ki bu yaptıklarımızla, Allah (CC)'ın murad ettiği kanaate ulaşalım.

Tüm insanlar bilir ki her şeyin bir sebebi vardır. Bu olup biten her şeyin sebebe bağlı bir sonucu da söz konusudur. Bilim dünyası bu bağlantıları bulur ve açıklar. Başı sonu belli, aradaki bağlantılarını net bir şekilde ve mantıklı izahı karşısında insanın gönlü de tatmin olur.

Bu olup biten tüm olayların, sebepten önce bir soyut hali vardır. “Soyut” kavramı belki derdimi tam olarak anlatmayabilir ama anladıysanız problem yok. Niyetten bahsetmek istiyorum yani dilemekten, istemekten bahsediyorum. Bu isteğin ortaya çıkarabileceği ilimden bahsetmek istiyorum.

Anlamak ve anlatabilmek adına, bir sinema yönetmenini düşünelim. Bu zat filmin senaryosundan oyuncularına, oyuncularından dekoruna kadar her şeyiyle ilgilenir. Tüm bunları o çektiği filmle ortaya koymak istediği anlam için tasarlar.

Senaryo yazarlarına “vermek istediğin mesajı” ve “olayın kurgusunu” ana hatlarıyla söyler. Sonra hangi oyuncu, duruşuyla sesiyle, rol kabiliyetiyle bu kurguyu canlandırabilir onu/onları belirler.

Olayların geçebileceği mekanlar, kullanılacak her türlü alet edevat ayarlanır ve sahne kurulur.

Kurgusuyla, oyuncusuyla, dekoruyla etkileyici filim izlendikten sonra beyaz perdede hiç görünmese de yönetmenin sanatsal gücünü biliriz. Bir amacı ortaya koymak için onun dilemesi/istemesi her yere sinmiştir, öyle değil mi?

Bu açıklamadan sonra teşbihte hata olmasın diyerek başımıza gelebilecek olayları sınıflandırırsak a-zararlı olanlar, b-hayırlı olanlar.

Bu ayeti kerimede Allah, dilemek, zararlı, yararlı/hayırlı ana kavramları üzerinden düşünebiliriz. İnsanın başına gelebilecek her şey Allah'ın kuluna hayır/zarar dilemesi iledir.

Buraya sağlam bir kanaat, güçlü bir iman gerekir. Bu “kurgunun” gerçekleşmesi için araya onlarca sebep, oyuncu, dekor, mekan unsurları sıkıştırılabilir. Her şey Allah'ın dilemesinin gerçekleşmesi için hazır kıt'a beklemektedir. Allah bir kulu için zarar dilediğinde...

burada da bir duralım. alemlerin Rabbi olan Allah, ne için o kuluna zarar, bu kuluna hayır diler değil mi? Her işi hikmetle yapan Rabbimizin bu dilemesini bir sebebi var mıdır?

Yarattığı insanın kaderini belirleyen Rahman, insana vermiş olduğu akıl, ve göndermiş olduğu peygamberler/kitaplar vesilesi ile ona gösterir eğri ve doğru yolları.

Yollar bellidir. Tercih etme hakkı insanın hür iradesindedir. Baskı altında olmadan hangi yolu seçtiyse yani ne tür işlerle meşgulse Allah da ona, mecbur olmadığı halde gitmek istediği yolun önünü açar.

Tabii ki insanın yaptıklarına ya da niyetine mahkum değildir Cenab-ı Allah. Kullarının doğru yolu seçmesini ister. Fakat dünya denilen mekanın bir imtihan yeri olması, cennet ve cehennem gibi bir en son ile biçimlenmesi, bu arada her şeyi yapabilme gücünün insana verilmesi...

İşte Allah'ın dilemesi, tüm bunları çevreleyen ya da çerçeveleyen noktada durur. İlk hareket yine Allah’tandır son hareket yine O’ndan. Aradaki tercihlerini bilgisi ile insan bizzat kendi gerçekleştirir. Ama o büyük hakikatten ( Allah'ın dilemesinden) de gâfil olmamalıdır.

Bağışlayan ve esirgeyen Allah'ın, hayır ve şer davranışlarımızı değerlendirilmesi, kontrol altında tutması ne büyük bir avantaj. En büyük olan Allah'a teslim olmak, bir kulun aklının büyüklüğünü gösterir bence.

Yazdıklarımız sadece bir insan için değil aynı zamanda bir millet için de düşünülebilir, diye bir not da bırakalım buraya

AHMET TAŞTAN