Pek çoğumuz "Babam Müslüman, o yüzden ben de Müslümanım" deriz. Peki, bu yeterli mi? Aslında bu biraz ezbere bir yaklaşım.
Çünkü ailesi dindar olup kendisi inançsız olan nice insan var. Gelin bugün meseleye biraz farklı, biraz da bilimsel bir pencereden bakalım.
Günümüzde ateistlerin büyük bir kısmı bilime güvendiği için inançsız olduğunu söylüyor. Teknolojinin ve bilimin bu kadar ilerlediği bir çağda, kutsal kitaplara ihtiyaç duymadıklarını düşünüyorlar. Saygı duyuyoruz ama gelin onlara basit bir soru soralım.
Hiç görmediğiniz, tamamen yabancı bir makine düşünün. Karşınıza koysalar ve sorsalar: "Bunun nasıl çalıştığını en iyi kim bilir?"
Cevap bellidir. "İmalatçısı" dersiniz. Ya da "mucidi", "yaratıcısı", "üreticisi"... İsim değişse de mantık aynıdır. Bir şeyi yapan, onun nasıl işlediğini en iyi bilendir. Bu cepte dursun.
Şimdi o bilim aşığı arkadaşımıza soralım: "Evrenimiz nasıl var oldu?"
Hemen cevabı yapıştıracaktır: "Başlangıçta bir gaz bulutu (nebula) vardı. Sonra Büyük Patlama, yani Big Bang oldu. Galaksiler ayrıldı, Güneş, Ay ve Dünya oluştu."
Harika. Peki, insanlık bunu ne zaman keşfetti? Taş çatlasa 30-40 yıl önce bilim dünyası bu konuda netleşti.
Şimdi sıkı durun. Kur'ân-ı Kerim, Enbiya Suresi 30. ayette ne diyor? "İnkâr edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişikken biz onları ayırdık..."
Bilimin "Big Bang" dediği şeyi, Kur'an 1400 yıl önce söylemiş. O devirde bunu kim bilebilirdi? Ateist arkadaşımız "Belki tesadüftür" deyip geçiştirebilir.
Tartışmaya girmeyin, devam edin. "Ayın ışığı kendinden midir, yoksa yansıma mıdır?" diye sorun.
Bilimsel cevap şudur: "Eskiden kendinden sanılırdı ama 100-200 yıl önce öğrendik ki Ay, Güneş'ten aldığı ışığı yansıtır."
Peki, 1400 yıl önce inen Furkan Suresi 61. ayet ne diyor? Güneş için "kandil" (sirac), Ay için ise "nurlu" (münir) ifadesini kullanıyor. Arapça'da "münir", yansıyan ışık demektir. Çölün ortasındaki bir insan, teleskopsuz, teknolojisiz bu farkı nereden biliyordu?
Arkadaşımız yine diretebilir: "Belki Peygamberiniz çok zeki bir adamdı."
Yine tartışmayın, bir soru daha sorun. "Dünyanın şekli nasıldır?"
Cevap belli: "Küre biçimindedir." Hatta Sir Francis Drake, 1597'de dünyayı dolaşıp bunu kanıtladı.
Ama durun. Dünya tam bir top gibi yuvarlak değildir. Kutuplardan basık, kendine has bir elips şekli vardır.
Kur'an, Naziât Suresi 30. ayette "Yeri de yumurta biçimine soktu" (veya yaydı) derken "dehâha" kelimesini kullanır. Bu kelime kök olarak "devekuşu yumurtası" anlamına da gelir. Yani tam da dünyanın o basık şeklini, jeoid yapısını tarif eder.
Bitmedi, dahası var. Okullarda eskiden Güneş'in sabit olduğu öğretilirdi. Sonra bilim ilerledi, Güneş'in de bir yörüngede akıp gittiğini buldu. Oysa Enbiyâ Suresi 33. ayet asırlar önce noktayı koymuştu: "Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzerler."
Ve son vuruş...Bugün bilim dünyası "evrenin sürekli genişlediğini" konuşuyor. Bu modern astrofiziğin en büyük keşiflerinden biri. Peki, Zariyât Suresi 47. ayette ne yazıyor? "Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz biz onu genişletmekteyiz."
Şimdi o uzun sessizlik anı gelecektir. Karşımızdaki o mükemmel "kainat makinesinin" nasıl işlediğini 1400 yıl önce en ince detayına kadar anlatan bir kitap var. Ve başta ne demiştik? Bir makinenin işleyişini en iyi kim bilir? Elbette onu yapan, onu yaratan...
Tüm bu deliller ışığında; bu muazzam mühendislik bir tesadüf mü, yoksa o "Kullanım Kılavuzu"nun sahibi olan Yaratıcı'nın imzası mı? (DEVAM EDECEK İNŞALLAH!)
Taha Kerem