“EDEP YA HU!” MESAJINDAN BİZE KALAN ÖĞÜTLER

Bugün gönül soframıza asırlardır tezyin edilmiş duvarlardan bize göz kırpan, bazen bir Mevlevî sikkesinde, bazen de bir mürşidin dilinden dökülen iki kelimelik bir felsefeyi, "Edep Ya Hu!"yu konuk ediyoruz.

Eski hat levhalarına bakıp atalarımızın hayat düsturlarını kestirebilmek ne güzel bir haslet, öyle değil mi? Ama o levhaların manası, şimdilerde ne kadar yankılanıyor yüreklerimizde, işte orası tartışılır.

Gelin, o kaybolan edep ışığının peşine düşelim ve bir de tam tersinden, hiciv dolu bir ayna tutalım bu medeniyete...

Eskiden evlerimizin, ibadethanelerimizin duvarlarını süsleyen bu levhalar, sadece birer süs eşyası değil, adeta birer yaşam kılavuzuydu. En çok talik veya celi sülüs hatlarıyla yazılan o nurlu ibare, aslında tasavvuf çevrelerinden çıkıp bütün bir Türk-İslâm kültürüne yayılan bir şöhretin anahtarıydı. O meşhur beyit, her şeyi ne de güzel özetler:

Ehl-i irfan arasında aradım kıldım taleb

Her hüner makbul imiş illâ edeb illâ edeb

Yani diyor ki bilgeler, mecliste aradığın o en makbul hüner, edepten başkası değildir. Zira İslam bir edep dinidir, ama tasavvufta edep, adeta hayatın ta kendisidir.

Düşünsenize, bir derviş için canlı olsun cansız olsun her yaratılmışa karşı edebi korumak şarttır. Kapı bile çarpılarak değil, yavaşça, adeta incitilmeden "örtülür" veya "sırlanır." Hatta "Kapıyı kapat" denmez, "Allah kimsenin kapısını kapatmasın" diye bir dua niyetiyle örtülür. Lambayı "söndürmek" yerine, "Allah kimsenin ışığını söndürmesin" düsturuyla "dinlendirilir"; yakılmaz, "uyandırılır."

Günlük hayatımızda unuttuğumuz, ama atalarımızın titizlikle uyguladığı nice edep kaidesi var:

-Birisi konuşurken söz kesmek, fısıltıyla konuşmak, işaretleşmek ayıptır.

-Yürürken bile ayak sesinin duyulmayacak derecede yumuşak basmak gerekir.

-Kapıdan çıkarken arkasını dönmek edepsizliktir.

-Ayakkabılar dışarıya değil, "Git, bir daha gelme" anlamına gelmesin diye içeriye çevrilir.

-Uyuyan biri, sarsılarak veya adı ünlenerek değil; yastığına parmak uçlarıyla vurulup hafifçe "Agâh ol erenler!" denilerek uyandırılır.

Hatta "Edebi edepsizden öğren" atalar sözü bile, aslında ibret alma hasletinin ta kendisidir. Ve o meşhur düstur: “Eline, beline, diline sahip ol”. Zaten edep kelimesi de (E: eline, D: diline, B: beline) harflerinden müteşekkil değil midir? Yani dervişçesiyle: "Elin tek, dilin pek, belin berk tut!"

Yeme içmeden giyim kuşama, nefes almadan ölüme, her şeyin bir edebi vardır. Bu devirde bize gereken; başkasının namusuna halel getirmemek, uygunsuz kelam söylememek ve bize ait olmayanı almamak (eline, diline, beline sahip olmak) için çabalayan alperenlerdir.

Eğer o kayıp edep zırhını kuşanmazsak, inanın bana, o eski levhaların ruhu bize dönüp, o en sert ama en şefkatli uyarıyı yapacaktır: "Edep Ya Hu!"

Gönlünüz edeple dolsun, selametle kalın.

AYŞE ŞEN BAYRAKTAR

Kaynak: Adab-ı Muaşeret Ders Kitabı-MEB