Günlük koşturmacadan biraz sıyrılıp şöyle bir durduğumuzda, etrafımızdaki insanlarla nasıl bir uyum içinde yaşadığımızı hiç düşündük mü? Biz sosyal varlıklarız ve bir arada, huzurla nefes alabilmemizin en temel şartı ne biliyor musunuz? Cevap çok basit ama bir o kadar da derin: Güven.
Güven dediğimiz şey, öyle kuru kuruya bir inanma hali değil aslında. O, içimizde ne korku ne çekinme ne de bir kuşku barındırmadan, birine tam anlamıyla inanma ve bağlanma duygusu. Tıpkı bir ağacın kökleri gibi; iş birliği, dayanışma, karşılıklı sorumluluk gibi nice güzel davranışı besleyen, günlük hayatımızı düzenleyen merkezdeki duygu.
Peki, bu kökler nasıl güçleniyor? Elbette ki adabımuaşeret dediğimiz o ince nezaket kurallarıyla. Düşünsenize, bir insan doğru sözlü ise, sözünde duruyorsa ve size emanet edilene sahip çıkıyorsa, ona sırtınızı dönmekte tereddüt eder misiniz? İşte bu davranışların süreklilik kazanması, bireyler arası ilişkilerde güven duygusunu ilmek ilmek örüyor. Bu bireysel güven ağı, bir araya geldiğinde ise topyekûn bir sosyal güven ortamı oluşturuyor. Ailede başlayan bu süreç, toplumsal huzurun ve uyumun mayası oluyor. Çünkü biliyoruz ki, birbirine güvenen toplumlar sadece ayakta kalmakla yetinmez, değer üretir ve varlıklarını güvence altına alır.
Hepimiz bu güvene muhtacız. Bir tamirciye gittiğimizde, bir doktora derdimizi anlattığımızda ya da yabancı bir memlekette adres sorduğumuzda... Her an, karşımızdaki insanın bizi aldatmayacağına, doğru söyleyeceğine dair o iç sesimizi dinlemek isteriz. İşte o küçük güven kırıntıları, toplumsal sistemimizdeki güven zincirinin halkalarıdır. Sosyal güven de bu zincir sayesinde, aileden eğitime, dinden siyasete kadar tüm kurumlarımızın sağlam kalmasına, birleştirici bir rol üstlenerek toplumsal yapımızı korumasına yardımcı olur.
Bizim kültürümüzde doğru sözlülük öteden beri en büyük erdemlerden biri sayılır. "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar" ya da "Doğru söz yemin istemez" gibi atasözlerimiz, bu değerin ne kadar köklü olduğunu gösterir. İslamiyet'in kabulüyle birlikte ise bu dürüstlük anlayışı daha da pekişmiştir. Kutsal kitabımızda, "Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki..." (Ahzab, 70) buyrulması, dürüstlüğün İslami yaşamın da temeli olduğunu gösterir.
Güvenilir olmak, sadece doğru konuşmakla da bitmiyor. Sözünde durmak ve tutarsız davranışlar sergilememek de en az o kadar mühim. "Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?" (Saff, 2-3) ayetiyle uyarılırız. Peygamber Efendimiz (sav) de, “Müslüman, dilinden ve elinden diğer Müslümanların emin olduğu kişidir.” buyurarak, sadece sözlerimizle değil, hareketlerimizle de güven vermenin önemini anlatır.
Buradan da konunun en can alıcı noktasına geliyoruz: Emanete sahip çıkmak. Emanet, sadece maddi bir nesne değil; vatanımız, ailemiz gibi manevi boyutları da olan, yüce bir kavram. Medeniyetimizin en önemli bileşenlerinden biri de bu bilinci taşımaktır. Emanete sahip çıkan toplumlar yozlaşmadan kurtulur, huzur içinde yaşar.
Ama konumuz sadece insanlar arası ilişkilerle de sınırlı değil. Emanet, doğayla olan ilişkimizi de belirliyor. Özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra artan çevre sorunları ve küresel ısınma... Neden? Çünkü doğayı, sadece hoyratça kullanacağımız bir nesne olarak görmeye başladık. Oysa hava, toprak ve su, bizim sahip olduğumuz değil, gelecek nesillere teslim edeceğimiz birer emanettir. Eğer bu emanet bilinci yaygınlaşmazsa, doğal kaynakların tükenmesi hepimiz için büyük bir tehlike olmaya devam edecek.
En Büyük Hakem: El-Emin
Sözün özü, güven; hayatın her alanını düzenleyen, birleştirici bir kalkan. Bunun en güzel örneğini, Peygamber Efendimiz’in (sav) Hacerülesved olayındaki hakemliğinde görüyoruz. Kâbe onarılırken, o kutsal taşı yerine kimin koyacağı konusunda kabileler arasında büyük bir anlaşmazlık çıktığında, kapıdan ilk giren kişinin hakem olmasına karar verdiler. Giren, daha o yaşlarda dahi "el-Emin" (güvenilir) olarak tanınan Hz. Muhammed’di. Herkesin adaletine güvendiği Efendimiz, Hacerülesved'i bir örtüye sararak her kabile liderinin örtünün kenarından tutmasını istedi ve böylece tüm kabileleri onurlandırdı. Nihayetinde taşı tek başına yerine koyarak büyük bir çatışmanın önüne geçti.
İşte size güvenin gücü! Kimi zaman bir ailenin huzurunu sağlayan, kimi zaman koca bir medeniyeti ayakta tutan, kimi zaman da toplulukları savaştan koruyan o paha biçilmez erdem.Bizler de, dilimizden ve elimizden emin olunan kişiler olduğumuz sürece, toplumsal huzur ve barışa en büyük katkıyı sağlamış olacağız. Unutmayalım ki, bir toplumu yücelten de, çürüten de, o ince çizgi üzerindeki tutumumuzdur.
Güven dolu, huzurlu günler dileğiyle...
AYŞE ŞEN BAYRAKTAR
Kaynak: Adab-ı Muaşeret Ders Kitabı-MEB