Hepimiz biliyoruz ki, neşemizi katlamak, derdimizi azaltmak için birbirimize muhtacız. Gelin, bu kadim değerin toplumsal hayatımızdaki yerini, özellikle de inancımızdaki yansımalarını bir kez daha yüreğimizde hissedelim.
Düşününce, aslında bu, ta varoluşumuzdan gelen bir zorunluluk. Atalarımız da hayatta kalmak, güvenle yaşamak için tek başlarına üstesinden gelemeyecekleri işleri birlikte omuzlamışlar. İşte bu yüzden, her dinde, her kültürde yardımlaşma sadece bir iyilik değil, aynı zamanda bir görev olarak görülmüştür. Mutlu ve huzurlu bir hayatın anahtarı, omuz omuza durabilmekten geçiyor.
İslamiyet, yardımlaşmayı sadece maddi bir alışveriş olarak değil, bütün bir manevi hayatı kapsayan, dini ve ahlaki bir sorumluluk olarak ele alır. Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim, bizi defalarca maddi ve manevi yardımlaşmaya teşvik eder. Bu teşvikin en somut ve ibadet boyutunu ifade eden emri ise zekât'tır. Zekât, yoksulun, varlıklı Müslümanın malı üzerindeki hakkıdır. O kadar önemlidir ki, ayetlerde namazla birlikte en çok zikredilen emirlerdendir: "Namazı kılın, zekâtı verin. Önceden kendiniz için ne hayır yaparsanız onu Allah katında bulursunuz. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı eksiksiz görür.” (Bakara 2/110)
Hatta bir ayette, gerçek iyiliğe ulaşmanın sırrı verilir: "Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz." (Al-i İmran 3/92). Yani, gözden çıkardığımızı değil, değer verdiğimizi paylaşmalıyız ki, o yardımın gerçek tadına varalım.
İşte bu güçlü teşvik sayesinde, Müslüman toplumlarda vakıf geleneği doğmuştur. Vakıflar, sadece muhtaçlara el uzatmakla kalmadı, aynı zamanda toplumun ortak ihtiyaçlarını karşılamak için bir köprü oldu. Okullar, hastaneler, aşevleri (imarethaneler), çeşmeler, yetimhaneler, hatta hayvanlar için barınaklar bile sırf Allah rızası için kurulan vakıflar sayesinde inşa edildi.
Bu dayanışma, sadece bireyleri değil, toplumun ruh sağlığını da iyileştirir. Yardım edenle edilen arasında bir sevgi ve yakınlık bağı kurulur. Fakirliğin ve yokluğun doğurabileceği kin, haset ve düşmanlık gibi kötü duygular, bu paylaşım kültürü sayesinde kök salamaz, ortadan kalkar.
Peki, Kimlere ve Nasıl Yardım Etmeliyiz? Yardımlaşmada önceliğin kimlerde olması gerektiği de net bir şekilde belirtilmiştir. Ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar ilk sıradadır. Yakın çevremizden başlayarak daireyi genişletmeliyiz: “Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin.” (Nisa 4/36)
Peygamber Efendimiz (sav) de, "Allah için isteyen kimseye verin," buyurarak bu ruhu canlı tutmamızı öğütler. Hatta size bir iyilik yapana karşılığını veremiyorsanız bile, dua ederek minnettarlığınızı göstermenizi söyler.
Yardımlaşmanın sadece para vermek olmadığını unutmayalım. İki temel yolu var: 1-Maddi Yardımlar (Sadaka-i Cariye): Okul, hastane, yol, köprü gibi herkesin faydalanabileceği kalıcı eserler bırakmak buna örnektir. Hayır sahibi vefat ettikten sonra bile insanların faydalanmaya devam ettiği bu hayırlara sadaka-i cariye denir. Peygamberimiz (sav) hadisinde, insanın öldükten sonra amel defterini açık tutan üç şeyden biri olarak bunu zikreder.
2-Manevi Yardımlar: Bu, maddi bir nesnesi olmayan her türlü iyiliktir. Güler yüz ve tatlı sözle gönül almak. Hasta ve yaşlıları ziyaret etmek. Üzgün ve dertli kimseleri teselli etmek. Dargınları barıştırmak. İnsanlara sıkıntı ve eziyet veren şeyleri yoldan gidermek.
Bu noktada, inancımız bize bir de sınır çizer: "... İyilik ve takva hususunda yardımlaşın, günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın..." (Maide 5/2). Yani, yardımlaşmamızın pusulası her zaman iyilik olmalıdır.
En Önemli Kural: Gönül İncitmeme. Yaptığımız her hayrın değerini korumak için altın bir kural var: İncinmeme hassasiyeti. Yardım, her türlü gösterişten (riya) uzak, sadece Allah rızası için yapılmalıdır. En güzeli de, yardım ettiğimiz kişiyi başa kakmamalı, gönlünü incitmemeliyiz. Başkalarını hakir görerek yapılan bir yardım, maalesef ki o güzel amelin sevabını yok edebilir. “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rableri katında mükâfatları vardır.” (Bakara 2/262)
Unutmayalım ki, bu dünyadaki en büyük zenginlik, sevgi ve huzur dolu bir kalbe sahip olmaktır. Bu kalbi de en çok, karşılık beklemeden uzattığımız bir el, sarf ettiğimiz bir tatlı söz büyütür. Kalbinizden iyilik, hayatınızdan bereket eksik olmasın. Sevgi ve muhabbetle kalın.
NUR GÜL SENA
Kaynak: Temel Dini Bilgiler (İslam-1) Ders Kitabı- MEB