“ Seni yok sayacaklar, sen daha çok var olacaksın.”( Sezai KARAKOÇ)

Bir rüya ile başlamıştı her şey. Firavunun sarayında, en rahat yatağında uykuya daldığı o gecede, uykusunun en tatlı yerinde, gördüğü ve sırılsıklam panikle yatağından fırladığı o gecede başlamıştı… Tüm rüya tabirciler, kâhinler, bilginler yorumlamaya çalışmıştı kâbus gibi rüyayı.

Ve evet yorum açıktı; İsrail oğullarından gelecek bir erkek, Firavunun saltanatını başına yıkacaktı.” Firavun, dehşete kapılmıştı bu açıklama karşısında, şimdi ne yapmalı, nasıl çözüm bulmalıydı? Yıllardır Mısır’da ikinci sınıf insan yerine bile koymadığı, her türlü zor ve zahmetli işte çalıştırdığı bir milletti İsrail oğulları. Kibri bütün benliğini saran Firavun, aynı zamanda Mısır’ın Tanrısı olduğunu dahi iddia ediyordu. Böyle bir tehlikeden hemen kurtulmalıydı.

Yanındaki vezirlerinden anında bir çare yolu söylendi. İnsanlığı dehşete sokacak, ancak zalimlere yaraşır bir yöntemdi bu. “ İsrail oğullarının hamile kadınları gözetim altında tutulacak ve erkek bebek dünyaya getirdikleri an, bebek katledilecekti.” Bu korkunç çözüm Firavunu memnun etmişti ve gerekli talimat askerlere verilmişti bile.

Hikmet-i İlahi işte tam da bu sırada devreye girmişti. Hz. Musa’nın annesine Rabbimiz ilham ederek doğan bebeğini Nil nehrine bırakmasını, Allah’a tevekkül etmesini, evladına kavuşacağını bildirmişti. Nil nehrine bir sandıkla bırakılan Musa bebek, kendini Firavunun sarayının bahçesinde bulmuştu. Firavunun eşi Asiye, sandıktaki bebeği görünce mest olmuş, tüm kalbi bebeğin sevgisi ile dolmuştu.

Ezelden beri anne olmak muradında olup nasip olmamış Asiye için, bu bebek, bir göz aydınlığı, yaşama sevinci olacaktı. Firavun her ne kadar şüphe etse de eşinin sevincine gölge düşürmemek için kabul etmişti bu durumu. Firavunun korkulu rüyası, hiç beklemediği bir şekilde kendi sarayında, hatta onun evlatlığı olarak büyümüş ve yetişmişti.

Ancak Musa, yaşadığı saraydaki hallerden, halka reva görülen eziyetlerden, haksızlıklardan hiç de hoşlanmayan, adil ve merhametli bir genç olarak Asiye’nin eliyle büyümüştü. Ve vakti geldiğinde Firavunun karşısına dimdik geçerek karşı çıkmış, saltanatını başına geçirmeyi başarmıştı.

Yusuf peygamberi, görmezden gelip kardeş kıskançlığına yenilen kardeşleri ise, onu kör bir kuyuya atınca her şeyin çözüleceğini sanmışlardı. Ancak ilahi adalet, Hz. Yusuf’u kuyudan kurtardığı gibi, Mısır’a sultan eylemiş, kardeşlerini ise yıllar sonra kendisine muhtaç eylemişti. Allah’ın dostu peygamberi Hz. İbrahim’i ateşe atarak yok etmek isteyenler ise ateşin de sahibi olanı unutmuşlardı. Emr-i ilahi ile ateş İbrahim’ e serin ve selametli olurken, O’nu yok sayanlar, var oluşu ile irkilmişlerdi.

Rahmet Elçisi Hz. Muhammed’in yoluna dikenler saçılmış, sırtına deve işkembesi konmuş, eza ve cefa ile yolundan dönmesi için her şey yapılmıştı. Yetim ve öksüz gönüller sultanını yalnız sananlar, gerçek kimsesizlerin kimsesinden habersizdiler. Mekke’den hicret etmek zorunda bırakılan son elçi, yıllar sonra bir başkomutan ve önder olarak, müminleri ile Mekke’yi fethetmişti.

Küfrün bakış açısı hep bulanık hep kendine dönüktü. Nice varı görmezden gelmiş, nice olmayanı dev sanmıştı tarih boyunca. Oysa hakikat güneşi balçıkla sıvanmayacak kadar netti ve parlıyordu daima. Zalim, yok etmek, perişan etmek, yakmak ve yıkmakla mazlumu dünyadan sileceğini sanıyordu. Tarih boyu yapılan katliamlarda zulmün tek bir hedefi vardı, yok etmek, sindirmek, hakkı inkâr etmek.

Gözlerini bürüyen dünya hırsı, gönüllerini öyle perdelemişti ki, apaçık parlayan hakikat güneşini göremez olmuşlardı. Zalim hep bedenen ve ekonomik olarak güçlü olandı. Adalet ise tarihin tüm sahnelerinde aranan yegâne yitik bir hazineydi…

Şimdilerde de modern dünyanın kirli çarklarında gerçekler yanıltılmaya çalışılırken, zulüm, katliam, soykırım, farklı kisvelerle gözlerden kaçırılmak istenirken, gerçekler, yaşanılanlar, hakikati haykırmaya devam ediyor aslında.

Filistin, Gazze, gözden düşürülmek, yok edilmek için çabalansa da tam tersi ortaya çıkıyor. Mazlum halkın gözyaşları, kanları topraklarını sularken dünya sessizliğe bürünüyordu ancak denizlerden gelen bir umut, direniş ve gayret, tüm dünyayı sarstı. Devletleri derin uykudan uyandırır mı bilinmez, fakat milletler apaçık gördü Siyonist zalimliğini.

Küçük bir Filistin vardı önceden şimdi ise tüm dünya Filistin. Batı medeniyeti için artık Müslüman ve İslam bambaşka bir anlam taşıyor, batı uyanışta!

Sözün özü;

“ Gel anne ol, çünkü anne bir çocuktan Kudüs yapar.

Adam baba olunca, içinde bir Kudüs canlanır.

Yürü kardeşim, ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin.” ( Nuri PAKDİL)

Sevda ÇEVİK