Bir toplumun yıkılışı veya dağılışı, fesada uğramasındandır. Bunun en büyük sebebi o toplumda kötülük yapan insanların olması değildir sadece. Hepimiz biliyoruz ki insanoğlunda “nefs” isimli “kötülük merkezi” vardır bir imtihan vesilesi olarak.

“Kötülüğün kaynağı” nefs, insanın içine boşuna yerleştirilmedi. İşlevseldir. Kötülük/hata yaptıracak, kötülüğü iyilikmiş gibi görecek, yaptığı kötülüğü savunacak, hatta bunun için mücadele edecek, kendisine karşı duranları da düşman bilecek bir mahiyette var edilmiş.

Adil olan Allah, eşref-i mahlukat diye yarattığı insanı, böyle süflî, basit duygular için değil de kendine “kulluk edip huzurlu yaşasın” ve “kendine yakışanı yapsın” diye yaratmıştır. Biz böyle düşünüyoruz. Öyleyse “kötülük merkezinin” karşısında insanın içinde var edilmiş “iyilik merkezi” de olmalı. Mücadele yapılacaksa başa baş ve eşit şartlar altında yapılmalı, ki adalete daha uygundur.

Toplum içinde kötülüklerin yaygınlaşmasının birçok açık ve gizli sebepleri olabilir. Ama “bence” en önemli sebep hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran ve böylece kurtuluşa ermeyi uman" bir anlayışın zihinlerde hakim olmayışı. Toplumun buna değer vermeyişi.

Liberalizmin kasıp kavurduğu bireyci ve hazcı nesillerin, toplumu getireceği nokta bu kokuşmuşluk ve keşmekeşlik. Onların en büyük yardımcıları da “hayra çağırmayan, kötülüğe engel olmayanlardır.” Bu benim görüşümdür.

Bir gün, yanlış yapan bir insanı uyardığımda “nafile ibadet” yaptığımı hissetmeye çalışıyorum. Nasıl ki farz namazların yanında nafile ibadetler de kıymetli ve değerli ise yolda sigara içen öğrencileri gördüğümde, genel ahlak kurallarına aykırı davranan kız erkek münasebetleri gördüğümde, toplumu rahatsız edecek bir çöpü sokağa atanı gördüğümde... En uygun bir lisan ile uyarırım. Bu konuda "sana ne?” dedirttirmem. Sinirlerime hakim olur, gönüllere işleyecek sözleri zihnimde tasarlar ve çarpıcı bir ifade ile meseleyi dile getiririm.

Daha dün ekmek aldığım fırının önündeki masada oturmuş iki sarışın liseli genç kız sigara içiyorlardı. Ekmeği alıp arkama döndüğümde onlar da ödeme yapmak için kasaya gelmişlerdi.

“Az önce sigara içen siz miydiniz?” diye sordum. “Evet!” dediler fütürsuzca. Çünkü o yaşlarda herkes içiyor ve kimse bir şey demiyordu. Fakat o dakikada uyarı sözlerini ilk defa duydular belki. “Yaptığınız çok kötü bir şey, çok kötü örnek oldunuz. Çok kötü örnek oldunuz!” diyerek onları eleştirdim.

“Ama ben 18 yaşındayım!” deyiverdi sarışınlığı fazla olan.

“Bu senin yanlış yapmanı engellemedi. Sana sigaranın zarar vermesini engellemedi!” diyerek cevap verdim ve yoluma devam ettim.

Müşterilerini kovacak değil herhalde iş yeri sahipleri... Fakat maalesef çocuklar birbirinden görerek küçük yaşlarda hem zihinlerini hem ciğerlerini hem gönüllerini perişan ediyorlar. Bunlara “dur, yapma!” diyeceğin zaman senin iyilik meleğin kendisini senden akıllı zanneden biri de seni susturuyor. “Boş ver, hocam karışma! Sonra başına bela alırsın.” Haklı mı? Tabii ki de haklı. Lakin hakikate, Allah'ın ve peygamberinin Müslümandan istediğine aykırı mı? Aykırı tabii.

Sizce toplumu uyarmayanların bulunması “belanın kendisi” değil mi? Uyaran insanları durdurmaya çalışanlar asıl bela olanlar değil mi? Uyaranları durdururken aklı çalışıyor da kötülük yapanları uyarmaya niye aklı çalışmıyor bu zavallıların.

İyilik adına savaşmak, toplumu ayakta tutmak demektir. Kendin için bir şey istemiyorsun ki! Toplum için, gençler için milletin geleceği için istiyorsun. Bundan daha onurlu bir davranış var mı ki! İyiliği emr/tavsiye etmek, kötülükten men etmek sağlam bir toplum inşa etmek demektir.

Bu kadar liberalizm, bireyselcilik, modernizm, bana necilik, büyük tehlikelere kapı aralıyor Benden söylemesi.

AHMET TAŞTAN