“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” ( Hucurat Suresi; 6. Ayet)
“ Her duyduğunu söylemesi, kişiye günah olarak yeter.” ( Hadis-i Şerif )
Fasık; güvenilmeyen, özü sözü başka olan, günahkâr insan manasına gelen bir kelime. Ortada bir olay, haber var ama ne olduğu, nasıl olduğu, öncesi ve sonrası yok. İçeriği, sebep zinciri, sonucu meçhul. Görünen gerçek mi belli değil, görünenin ardındaki hakikat ise muamma.
Ancak kolay olan bir şey var, bilip bilmeden, araştırmadan, incelemeden, sorgulamadan inanıp yargılamak. Ahkâm kesip hakaret etmek, küfretmek, basit olanı tercih etmektir. Zor olan ise araştırmak, zahmet ve çaba ile ne olduğunu anlamaya çalışmak, ciddi bir emek gerektirir.
Günümüz dünyasının en büyük sorunlarından biri, sosyal medya üzerinde görülen bir olay ya da haberi, sadece görünen üzerinden değerlendirmek değil midir? Şimdi diyeceksiniz ki gözümün gördüğüne inanmayım mı? Peki ya gözünüz hakikat ışığından uzaksa, bakışınız da pusu varsa, o vakit doğru mudur gözün gördüğü?
Arka planda ne olduğunun hiç mi önemi yoktur ya da bir olayın öncesinde ne yaşandığının hiç mi anlamı yoktur? Bu yapılan zan değil midir? Sonuçta gördüğümüz kişiyi tanımıyoruz bile, sanal âlemde bir vakıa ile görmüşüz ve yargılamışız.
Kâinatın Sahibi; “ Zannın çoğundan kaçının…” buyruğunda bize bu mesajı iletmiş hem de. Nedir zan denilen? Kesinliği belli olmayan, şüphe duyulan, gerçek olup olmadığı netleşmemiş düşünce.
Biz ne yapıyoruz, hakikatini bilmediğimiz bir durum üzerinden aklımıza eseni söylüyor, atıp tutuyor, linç kampanyası başlatıyoruz. Ya düşündüğümüz gibi değilse o kişi?
Aksine bambaşka biri ise, ya da çok değerli bir hakikat eri ise, hayatını doğru bildikleri uğrunda yaşayan, insanlığın ve toplumun faydasına çalışan, yaptığı Allah için yapan bir dava adamı ise, o zaman ne olacak halimiz…
Klavye delikanlılığı yapıyorduk ya hani, karşımızdakinin de bir insan olduğunun, onurunun ve haysiyetinin olduğunun ve bir ailesi olabileceği, hiç geldi mi aklımıza acaba? Fütursuzca saydırdığımız insanın eşi ve evlatları olabileceğini, sevenleri, akrabaları olabileceğini hesaba kattık mı mesela?
Görünenin üzerinden hüküm verirken psikojik, sosyolojik, felsefi yorumlarla ne kadar bilgili olduğumuzu ispatlamaya çalışıyorduk sanal âleme. Entelektüel tüm birikimlerimizi döktürürken karşımızdaki ailenin psikolojisini, halini düşünmeyince ne kadar insani davrandık acaba?
Her gördüğümüzü, duyduğumuzu paylaşıp yaydığımızda hakikatin bekçisi olduğumuz yanılgısına düşüyoruz belki. Modern zamanların en tehlikeli ve zararlı durumu da bu olsa gerek. Çağımızda virüs gibi yayılan sosyal medya çılgınlığı, sanal âlemin ferasetsiz şaşı bakış sebebiyle ve hakikati çarpıtma algısı yüzünden kim bilir kaç hayat üzerinde oyunlar oynandı…
Tuhaf ve saplantılı bir bakış açısı sayesinde, toplumda bir kesim oluşturulmuş durumda. Sanki durum ve zamana göre kendince bir güruh hedef kitlesi olarak seçiliyor.
Sanal medya işine geldiği gurupları meslekleri tepelere çıkarırken kimi meslekleri ise sanki linçleme için hazır ol da bekliyor.
Ve maalesef ki bu kimi zaman mesleğini hakkıyla yapan, hayat kurtaran bir doktor olurken kimi zaman ise gelecek neslin yetişmesi için yıllarca mücadele eden, nice gencin kalbine dokunan bir eğitimci olabiliyor…
Ancak Namık Kemal’in deyimiyle; “ Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr-ü kıymetten…”
Sözün Özü; “ Üzülme Can! Doğruysan zarar gördüm deme. Bil ki iyiler, mutlaka kazanır…” (MEVLANA )
Sevda ÇEVİK