Gündem yoğun, ortalık toz duman… Şu melun İtraile her gün saysam sövsem içim soğumuyor. Katil, terörist, ahlaksız, soysuz, zalim, lanetlenmiş insan müsveddesi bu güruha nasıl hakaret etsem bilemiyorum. Karar verebilecek mevkide olsaydım, bunca politik, bu kadar stratejik, bu kadar sakin, bu kadar mutedil, müzakereci olamazdım zahar. “Azdan az, çoktan çok gider” deyip bodoslama dalardım herhalde… Uluslararası hukukmuş, savaş suçuymuş, bilmem neymiş takmayan, sağa sola azgın itler gibi saldıran soysuza, kansıza “bi dur” artık derdim yani… Arka cebim kadar ülkelerini başlarına geçirir, sabahtan ikindiye Türk bayrağını Mescidi Aksa’nın orta yerine dikerdim vallahi…

Aha da İran, iki füze salladı, (olsun da dağa taşa) kayda değer bir hasar da bırakmadı ama en azından gördük ki, demir kubbe filan fosmuş. Cümbür cemaat Yunanistan’a kaçtılar ya ciğersizler, anladık ki bunlar korkak, pısırık, sümsük bir milletmiş aslında… Diyeceğim, iyi ki yetkim salahiyetim yok, savaşa, saldırıya karar verici bir makamda değilim de boykotla, sövmeyle, vakit namazlarında dua ile iktifa ediyorum…

Bu girizgâh bundan böyle hep olsun yazılarımda, değinmeden geçmek te olmuyor nitekim. Öyle sabi sübyan katledilirken, batıda milyonlarca helal süt emmiş boykotta, mitingde bu zalim düzene isyan ederken, sessiz kalmak ta zül geliyor bana…

…..

Geçen hafta, bayram öncesi bir çocuk kaybolmuştu hatırlarsınız, Afad, Umko, jandarma filan 5 gün aradılar çocuğu, altıncı günde buldular arkadaşının evinde elbise dolabına saklanmış halde…

Haber bu kadar… “Günlerdir aranan 14 yaşındaki Burak, beş gün sonra komşusunun evinde, elbise dolabında saklı haldeyken sağ salim bulundu”…

Haber bu kadar da, mevzu bu kadar mıydı?… Burak’ın ruh halini kim anlatacak peki?... Öncesini, sonrasını, neden böyle bir şey yaptığını, beş gün ne yiyip içtiğini, neler düşündüğünü, ruh halini, travmasını kim aktaracak bize, ya da kimin umurunda Burak’ın kimliği, kişiliği…

Empati kurdum ben bu yavruyla, öyle böyle değil yürekten anladım onu ben… Benzerini yaşadım çünkü tam da o yaşlardayken…

Burak, ergenlik çağı öncesi bir çocuk, kişiliği karakteri oturma arifesinde, akranları var deli akar kanları… İhtimal bir de sevdası var, varsın platonik olsun… O saç, o kıyafet, o endamla bir kez olsun gözükmek var ona, arkadaşlarına beğenilmek var serde… Üstelik ertesi gün bayram, kimler gelir gider kim bilir?... Şöyle karizma, şöyle afili bir saç yapmak lazım, “vur makinayı ağabey, Amerikan olsun, üstleri fazla alma, ayır ortadan, jöle de sür” demiş midir berber ağabeyisine, demiştir… “Güzel oldu be, pek yakışıklı oldun hadi bakalım” deyip uğurlamış mıdır abisi, ihtimal öyle de olmuştur… Öyle havalı, öyle endamlı, öyle karizma bir iki tur atıp göstermiştir kendini akranlarına, ufacık yüreği pır pır geçmiştir sevdiceğinin kapı önünden kaç kez… Derdi fark edilmek, önemsenmek, adam yerine konmaktır aslında, övgülü bir cümle, nazende bir bakış yetecekti varlığını, biricikliğini onaylamaya… Esas ertesi gün, bayram vesilesiyle gösterecekti kendini, el öperken harçlığın yanında bi güzel söz de duyacaktı saçına başına dair…

Evine gelirken halet-i ruhiyesi buydu eminim… Küçük Burak, büyük Burak olarak karşılanacaktı, olmadı…

Anne bağırdı, çağırdı, infial oldu evde… “Bu nasıl saç, şebeğe dönmüşsün”, “Onca para verdik tıraşa gönderdik, adam ol diye serseri olmuş gelmişsin” daha bir sürü hakaret etmiş midir annesi, aynen öyle de olmuştur… Sonra işgüzar, ruhsuz amcası çıkmış sahneye, belki birkaç tokat ta atarak, kör makineyle sıfıra vurmuştur saçını… Davranışı aşağılanmış hadi neyse de, kimliği, kişiliği yerle bir olmuş çocukcağızın…

O vaziyet gidilir miydi okula, bunca hayal kırıklığı, bunca aşağılanmış haldeyken gülebilir miydi eskisi gibi…

Yapamadı… Kafasıyla birlikte kimliğini, kişiliğini, küçücük cüssesini de saklayıp bir şapkanın altına, kayboldu ortalıktan… Artık kimse bulmasın istedi, varlığını fark etmedikleri Burak’ın yokluğunu fark etsinler istedi… Biraz su, biraz yiyecek alıp yanına, saklandı bir elbise dolabına… Ağladı, uyudu, uyudu ağladı saatlerce, günlerce… Çocuk yanı ağladı, ergen yanı öfkelendi, anaya, amcaya, hayata küstü bu çocuk… Kalbi kırıldı yahu, kalbi kırıldı…

Buldular Burak’ı beş gün sonra hiç bir şey olmamış gibi, teslim ettiler ailesine… Ekran önünde söylenmedi kimse de ya evde neler yaşandı yeniden…

Azar işitmiştir her zamanki gibi, aşağılanmıştır muhtemelen… Annesi üzülmüştür, duygusala bağlamıştır da vicdan yapmıştır çocuğa, hem suçlu hem mahkûm olmuştur Burak…

Derin empati kurdum, canım yandı, çok üzüldüm haline yavrunun, benzerini yaşamıştım çünkü, o yaşlardaydım, o hallerdeydim…

Herkesin var böyle hikâyesi biliyorum, ülkenin uyarısı yaralı böyle, bir yanı eksik… Kimsenin umurunda değil kimse… Varsın ama yoksun aslında… Ne fikrin önemli, ne arzun, ne hayallerin önemli, ne yeteneklerin… Kişilikmiş, karaktermiş, duyguymuş hissiyatmış kimin umurunda… Aramıza hoş geldin Burak…

Kırık kalpler yurdundayız…