“İnsan acı duyabiliyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyabiliyorsa insandır…” ( Tolstoy)
İnsan olmak; etten, kemikten ve beden elbisesinden mi ibaret acaba? Ruhunu, hissiyatını çıkardığınız insan da bir mana kalır mı ki? Sadece kendi nefsini tatmin etse yeter mi ona, doyar mı gözü kara topraktan başkasıyla? Biter mi istekleri, ihtiyaçlarını karşılasa mesela? Bencilliğin çirkinliği kaplarsa ruhunu insanın hali nice olur… Kararan kalbinde başkasının derdine yer kalır mı, ya da üzülür mü canı yansa bir başka insana?
Beynimizi çatlatan sorular yumağı sardı her yanımızı bu ahir zamanda. Hangi yana baksak bir acı, keder, savaş, soykırım, zulüm kaplıyor dünyamızı. Gücü yetenin at koşturduğu, mazlumun gözünün yaş dolduğu zamanlardan geçiyoruz… Parçalanan evlatlarının uzuvlarını çuvalda taşıyan babalar, bakmaya doyamadıkları gözlerinin nurlarının na’şına sarılı gözü yaşlı analar, kardeşlerini ayetlerle teselli etmeye çalışan abiler ve daha niceleri… Kelimelerin bağını kopardığı, cümlelerin yetersiz kaldığı haller… Mazlum coğrafyalarda yaşananlar aklımızın alamayacağı kadar korkunç aslında görüyoruz. Yakın zamanda özgürlüğüne kavuşan Suriye halkının çektikleri, hapishanelerde yaşanan işkence, tecavüz ve insanlık dışı her türlü zulüm, ortaya çıkan ve daha bilemediğimiz nice hadiseler…
İnsan olanların, yüreğini dağlayan bu olayların karşısında bir de hiçbir şey yokmuş gibi davranan, hani şu üç maymunu oynayan insancıklarla dolu yalan dünyamız… İkiyüzlü tabiri az kalan çok yüzlü daha doğrusu yüzsüz insancıklar bunlar. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetinde olup, insanlıktan bihaber olanlar. Tuhaf ama insan hakları, kadın hakları diye çığırtkanlık yapan aynı zihniyet mazlum coğrafyalarda yapılanlara karşı sağır ve de dilsiz kalmakta.” Özgürlük !” kavramı; aynı zihniyete göre içi boşaltılarak kullanılmakta maalesef… Bir tarafta insan olmanın gereği ile çabalayan, haykıranlar; diğer tarafta ise ne me lazım bakış açısında, vurdumduymazlarla kaplı, dünya sahnesi. Ve beri tarafta ise çekimser kalan, öylece bakakalan, ruhsuz tipler sarmış kâinatı. Sonrası Zarifoğlu’nun deyimiyle;
“ Ben bu çağdan nefret ettim, etimle kemiğimle…” dedirtiyor insan olana… Öyle bir zamandayız ki, cenaze evinde dahi borsadaki parayı konuşmaktan hayâ etmiyor akraba ya da komşuları. Bırak civar bölgedeki kardeşlerimizin çektikleri acıyı hissetmeyi, yanı başındakilerin acılarından habersiz yaşıyorlar. Şu an yüreklerimizi ateşe atan Bolu da ki otelde çıkan yangın ve yitirdiğimiz canlar, çoğumuzu tarifi olmayan hüzne boğdu. Elimiz kalbimizde kardeşlerimizin acılarını, hikâyelerini dinledikçe daha da yandı yüreğimiz. Yapılan ihmaller, kurtulanların anlattıkları tedbirsizlikler, hepimizin acısını katladı maalesef… Ancak bu durumu daha da zorlaştıran sosyal bir gerçek bir kez daha çarptı suratımıza. Bu acıların yaşandığı gecenin sabahında hiçbir şey olmamış gibi hem de en yakın otelin yanında kayak yapan insancıklar. Sosyal medyada duyarsızca paylaşım yapıp başkasının acısını yaşamayı geçtik artık, acısına saygı bile duymayan tipler.
Ne ara bu hale geldik? İnsani değerlerden uzaklaştıkça, ben merkezli yaşamaya devam ettikçe, kapitalist düzenin kölesi oldukça, utanma cesur ol, kavramı anlamından şaştıkça, özümüzü unuttuk ve sonrası malum… Kalabalık oldukça yalnızlaşan, beyinleri çürüyen insanlar ve yolun sonu sosyal çürüme… Peki, şimdi ne olacak bu halin sonu? Korkarım ki toplumu bu hale getirmek için gece gündüz çabalayanlar bile bu kadarını beklemiyordu!
Sözün özü;
“Geldi ölümlü yalan,
Gitti ölümsüz gerçek;
Siz hayat süren leşler,
Sizi kim diriltecek?” (Necip FAZIL KISAKÜREK)
Sevda ÇEVİK