Bu da bir hatıra olarak girsin kayıtlarımıza...İmam Hatipler Haftasını kutlamak maksadıyla okullarda konferanslar veriyordum. Konferans dediğime bakmayın iki video sunumu arasında ön beş yirmi dakikalık bir konuşma. Öncelikle müdür beylerin takdimi ile mikrofonu elime alıyorum.
İmam Hatiplerin dünden bugüne tarihini anlatan Önder/İmam Hatipler Derneğinin hazırlamış olduğu videoyu izletiyorum. Gençlerin nazarları/bakışları siyah beyaz fotoğraflar üzerinde gezerken ekrana yansıyan bazı isimler ve tarihler zihinlerinin kıyısına köşesine nakşediliyordu belki. Fakat en nihayet 17 Ekim 1951, İmam Hatiplerin kesintisiz sürecek eğitim hayatının açılış tarihi.
Videonun bir yerinde okullarımıza getirilen başörtüsü yasağı görüntüleri yansıdı. Gençler bir anda şaşırdılar. Bunlar neyin nesidir? Ülkemizde bunlar oldu mu? Hiç inanılacak gibi değil diyesi geldi belki de. Üniversitede başörtülü bir öğrencinin kadın polislerin kolları arasında çığlık atarken sürüklenişini gördüler. Ellerinden kurtulmaya çalışırken “Allah örtünün diyor; bunlar açılın, diyor diyen haykırırken fakültenin merdivenlerinden indiriliyor.
28 Şubat süreci içinde İmam Hatiplere getirilen kısıtlamalardan, başörtüsü yasaklarından haberi olmayan gençlerdi bunlar. Memlekette elini kolunu sallayarak İmam Hatiplere giden ve rahat bir şekilde Kur’an-ı Kerim'i okuyan/ezberleyen, namazını kılabilecek imkanlara sahip olan gençlerin, böyle görüntüler yıllar öncesinde yaşanmış bir zulüm gibi görmesi şaşırtıcı değil tabii ki...
Evet, İmam Hatiplerin açılışından bahsederken Adnan Menderes’ten, Celalettin Ökten Hoca'dan ve Tevfik İleri’den bahsetmeden olmazdı. Bu üç güzel insan, İmam Hatiplerin açılışı yolunda ilk adımı atan kişilerdi. Video bitti ve ben mikrofonu elime aldığım gibi ön sırada oturan bir İmam Hatipli kızımıza emredercesine “başını açacaksın! Yarın başın açık bir şekilde bu okula geleceksin! Yoksa seni okula almayız!” dediğimde salon buz kesmişti.
Böyle bir başlangıç beklemiyorlardı muhakkak. Ama etkilediğini düşündüğüm için ve dikkatleri toplamak maksadıyla bu tehditvari cümlelerle başladım. Kısa süreyi dikkatleri dağıtmadan bitireyim istedim. Allah'a ve Resulüne inanan, bilinç ve şuurla bu yolda adım atan; milletine, tarihine, devletine sahip çıkan bir neslin yetişmesi için açılmış olan bu İmam Hatiplerde konuşma yapmak zordu.
“Şimdi kusura bakmazsanız tereciye tere satmak durumunda kalan bir adam gibiyim. Zaten öğretmenleriniz sizlere her gün İmam Hatiplilik bilinci nedir diye mutlaka birkaç cümle aktarıyorlardır. Siz bunların farkındasınız. Ben bir kez daha altını çizmek için belki, sizlere konuşacağım.”
Yine dikkatleri toplasın diye cebimden telefonu çıkardım. “Cumhurbaşkanı arıyor!” diyerek telefonu kulağıma götürdüm. Salondakilerin dikkatlerinin toplandığını hissettim. Sesler azaldı, merak yükseldi bir anda. Tabii kurgu olduğunu hemen anladılar. Lakin arzu ettiğim an gelmişti. “Gençler, Allah benimle konuşuyor!” dediğimde biraz daha dikkatli dinlemeye başladılar. “Nasıl yani, Allah seninle nasıl konuşuyor?” diye sorar gibi bakıyorlardı.
Ben ise kendimden emin bir ses tonu ile: “Açıyorum Kur’an-ı Kerim'i, Hz. Peygambere inen ayetlerden biri şöyle diyor: “Ey iman edenler...” Hemen ceketimin önünü ilikliyorum. “Buyur Rabbim, lebbeyk, buyur Allah'ım!” diyorum. Çünkü Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resuluhû” diyen benim. Yani iman etmiş kişi olarak o ayetin muhatabı benim. O yüzden böyle söylüyorum. Hatta bazen ben de Rabbimle konuşmak istiyorum. O zaman Rabbimin emrini yeri getiriyor ve namaz kılmak niyetiyle huzurunda duruyorum.
Bütün bunlar bir alimin sözünden ilham alarak söylenmiş ifadeler. O alim diyor ki “Ben Rabbimle konuşmak istediğimde namaz kılıyor; Rabbimin benimle konuşmasını istediğimde Kur’an-ı Kerim okuyorum.” demesi işin arka planını açıklayan bir bilgi oldu.
Hatta bir alim de şöyle diyor: “Allah’ın, beni ne zaman andığını, ne zaman ismimi zikrettiğini biliyorum!” deyince etrafındakiler aynı sizler gibi merakla “Nasıl yani, nasıl biliyorsun bunu?” diye sorduklarında “Kulum beni nefsinde anarsa ben de onu kendimde anarım. Kulum beni bir mecliste/ toplulukta anarsa ben de onu daha hayırlı bir toplulukta anlarım!” kudsî hadisi okuyuverdim.
Şu anda Rabbimizin bu topluluğu, bu salondaki öğrenci toplumunu meleklerin katında andığını söylesem sözüm boşa düşmez.
Hani bir de bir adam vardı. Peygamber Efendimize gidiyor ve soruyor: “Ey Allah'ın Resulü, Allah'a en sevimli gelen amel hangisidir?” diye. Kimdi o adam biliyor musunuz? Salonda ses yok. İddia ediyorum ilahiyat mezunu hocalarınız bile bilmez o adamın kim olduğunu. Çünkü hadis-i şerifte ismi geçmiyor. Adamın biri diye zikrediliyor.
Fakat ben edebiyat öğretmeni olarak şöyle diyorum “O kişi bendim. Ben gittim Resulullah'a sordum: Ey Allah'ın resulü, en faziletli amel hangisidir?” Böylece hadis-i şerifleri daha içselleştiriyorum, ayet-i kerimeleri zihnimde, ruhumda daha geniş yer bulsun diye çabalıyorum. Dolayısıyla “o soran kişi bendim deyince” işler değişiyor. Resulullah'a birkaç kelimeyle hadis-i şerifle ulaşan bir insan olmak beni çok heyecanlandırıyor. İşte biz bunlara bilinç diyoruz. Şuur diyoruz.
İmam Hatipliler böyle bilinç ve şuurla hayata yaklaşmalı Allah'ı ve Resulünü her an yanı başında, sofranın hemen ötesinde görebilmeli. Hayatımız, nefsimizin istekleriyle şekillenirken toplumun beklentileriyle biçimlenirken asla ve asla Rabbimizden habersiz olmamalıdır. Onlar bizim hayatımızın her anında hissedilir ve görülür boyutta olduğunda biz İmam Hatip şuurunu daha derinden hissedeceğimize inanıyorum.
AHMET TAŞTAN