“ Onlar, kınayıcının kınamasından hiçbir zaman korkmazlar.” ( Maide Suresi; 54. Ayet)
Kınamak; “ayıplamak, kabahatli bulmak, başkasında kusur aramak, açık aramak manasında. İnsan neden kendine bakmak yerine öteki ile uğraşır durur? Başkasında olanı dökmek, eleştirmek neden bu kadar gizli bir zevktir kimileri için? Kendi içlerine dönemedikleri, kendi kusurlarını görmezden geldiklerinden sebep midir, yoksa nefislerine bakıldığında, kusursuz ve hatasız mı sayarlar kendilerini?
Aslında burada ince bir çizgi vardır, görmek isteyen göze, gizli bir kibir kişiyi kuşatmıştır ve maalesef bu halden kendisi bile habersizdir. İnsan kendinde olana bakmak yerine karşısındaki ile uğraşıyorsa, şeytan da onunla kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyordur.
Kibir; “kendini üstün görme, büyüklenme, başkasını aşağı görme”, anlamına gelen bir kavramdır. Başlangıç hikâyesi malum şeytana dayanır, ilk insan Hz. Âdem’i kıskanıp kendini üstün gören Şeytan, Allah’ın huzurundan kovulmuştur.
Öyle korkunç bir tutumdur ki, insanın muhakemesini alt üst eder. Şeytan, meleklerle aynı makamda iken bu hali ile lanetlenmiş, Rabbinin huzurundan kovulmuştur. Yaptığı kıyas saçmalıktır, “ateş, topraktan üstündür”, diyerek emri ilahiyi dinlememiştir. Oysa ateş ile toprak farklı hammaddedirler ve kıyaslanamazlar. Ancak kibri onu şaşırtmıştır. Kınamayı adet edinen ve başkalarını sürekli eleştiren insanlar gizli ve sinsi bir kibir düşmanı ile kol kola olduklarının farkında değillerdir.
Sürekli kusur bulup kınamanın, insana da faydası yoktur. Hem kibir hem de boş işlerle meşgul olup zamanı doğru kullanmayarak, kendilerine verilen hayatı boşa harcamış olurlar. Bu hal onların ruhsal dünyalarını da perişan eder. İşi gücü öteki olan, olumsuzluklarla uğraşan insan, psikolojik olarak da hasta bir kişiliğe bürünür. Ruh dünyası, maneviyatı kirlenir, ne kendisine ne de etrafına faydalı olamaz.
Kendini hatası ve günahı, zayıf ve güçlü yönleri ile kabul eden insan ancak kâmil bir yola girebilir. O vakit insan olgunlaşır, yol alır ve yetişir. Dev aynasında kendini seyreden zavallı, kendinden bihaberdir. Hata, kulun hayat yolculuğunda kamçısıdır. Kusursuzluk, mükemmellik ancak Kâinatın Sahibinin vasfıdır.
Rahmet Elçisi, “ göz açıp kapayıncaya kadar dahi olsa beni nefsimle baş başa bırakma” , diye dua ederken, bize düşen kendimizin kusurlarının farkında olmaktır. Ötekinin değil kendi hatalarımızın peşine düşüp kendimize gelmektir. “ Kendini bilen Rabbini bilir”, Rabbini bilen ise haddini bilir, prensibi ile hareket etmemiz gerekir. Bir şey kınayacak isek nefsimizi kınayalım ki yanlışa düşmeyelim.
Allah yolunda olan erler, müminlerden bahsedilirken kâinat kitabında; “ … Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihat ederler ve kendilerine dil uzatan hiçbir kimsenin kınamasından korkmazlar”, diye buyrulmuş ve halleri açıklanmıştır.
Mümin bu ayet gereği bir hale bürünmeli, ömrünü bu hal üzere geçirmelidir. Rabbinin muhabbetini kuşanmış ve Rabbi de onu seven, din kardeşlerine olabildiğince mütevazı olan, kâfirlere karşı onurlu ve güçlü, ezilmeyen, kıyamda dimdik duran, gayret ve azimle mücadele eden, kendisine dil uzatıp, eleştirenlerin kınamasından korkmadan gözü pek davasına sahip çıkan bir er olmalıdır. İnsanlık tarihi hak yolda olduğu için ayıplanan, aşağılanan, hakaret ve iftiralar atılan nice peygamber, âlim ve kâmil müminler ile doludur. Ancak hiç biri kendilerine yöneltilen bu olumsuz tavırlar yüzünden hak davalarından dönmemişlerdir…
Sözün özü; “ Kimseyi kınama! Günahından haberin olabilir ama tövbesinden haberin olmaz!” ( MEVLANA)
Sevda ÇEVİK