Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini bilirsiniz, bir piramit oluşturmuş insanların yaşamları boyunca ihtiyaç duydukları mevzulara bakarak…
En altta, yani temelde fiziksel ihtiyaçlar var. Hayatta kalabilmek için nefes alma, yeme, içme, boşaltım vs, bir sonrası güvenlik ve barınma… Piramitte yükseldikçe yani alttaki ihtiyaçlar giderildikçe insanoğlu dünyada kendini gerçekleştirme, bilime, sanata, farklı ideallere adanma konusunda istekli ve hevesli olur, olabilir…
Maslow efendi doğru söylemiş yani bu temel ihtiyaçların da karşılanamıyorsa bu dünyada yaşamanın, yer işgal etmenin ne anlamı var… Mesela ihtiyaç duyduğun kadar suya ücretsiz erişemiyorsan, az emekle ölmeyecek kadar karnını doyuramıyorsan, şöyle istediğin bir sahilde yüzemiyor, kumsalda yürüyemiyorsan, gönlünün efendisi, kalbinin sultanıyla gelecek kaygısı duymadan bir yastığa baş koyamıyorsan, başını sokabileceğin bir evin barkın yoksa, ömrünce çalışsan da didinsen de kendine evlatlarına bir baraka yapamıyorsan, neyi yaşadım diyeceksin…
Komünizm, Sosyalizm gibi izmler bu temel ihtiyaçların devlet tarafından karşılanmasını esas alır. Toprak ta, su da, hava da devletindir. Özel mülkiyet yoktur bu anlayışta, tersinden bakarsan herkesin bu imkânlardan eşit ölçülerde yararlanma hakkı vardır. Devlet herkesin barınma ihtiyacını karşılar, güvenliğini sağlar… Sosyal devlet böyle olunur…
Diğer sapkın ve sapık bakış açıları olmasa ideal düzen budur diyeceğim neredeyse…
İslam mükemmel bir dünya hayatı ve nizam koymuş önümüze ama idari şeklimiz bu değilse, dayatılmış arızalı sistemlerle yönetiliyorsan bireysel Müslüman, tevekküllü, sabırlı, zahid bir mümin olabiliyorsun ancak. Ya da emperyalizmin uşağı, kapitalizmin maymunu, seküler bir “süslüman” oluyorsun işte…
Kapitalizmin doğuşu, çıkış noktası, bir adaletsizliği, gücün elitlerde toplanmasını engellemekmiş, öyle biliyorum. İşçi sınıfı çok eziliyormuş, çiftçi emeğinin karşılığını alamıyormuş… Sonra bu arkadaşlar ortaya çıkmış, sanayi devrimi filan, özel sektör dediğimiz girişimci tayfa sazı eline almış... Piyasayı onlar belirlemiş, müteşebbis(!)in önü açılmış, serbest piyasa, liberal ekonomi filan derken yıl oldu iki bin yirmi altı…
E gariban yine aç, yine evsiz yurtsuz; e zengin yine vicdansız, yine doyumsuz…
El an dünya üzerinde ve ülkemizde çok büyük bir gelir ve servet adaletsizliği var, ekonomi üzerine çalışılmış her politika zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor maalesef…
Ekonomistler, elitler, hatta dünyaya ayar veren devletler kendi basamadığı, hükmedemediği parayı idare etmeye, piyasayı konsolide etmeye çalışıyor… Faiz tefeciliğe, enflasyon fırsatçılığa, serbest piyasa ahlaksızlığa evriliyor, üç beş yıl periyotla dibe vurup duruyoruz… Devlet büyüyor, ekonomi büyüyor, ihracatta rekor kırıyoruz, fert başına düşen milli gelir arttıkça artıyor, lakin bir türlü toplumun büyük kesimi açlık sınırının üstünde bir yaşam standardına ulaşamıyor…
Engelliler, yaşlılar, çok çocuklu aileler, dezavantajlı gruplar için çok şey yaptı bu hükümet, yapıyor da sağ olsunlar…
Yollar, barajlar, köprüler, havaalanları, enerji yatırımları, gaz, petrol, hakeza, büyük hizmetler yapıldı yapılıyor, gurur ve umut verici işler bunlar, ancak geldiğimiz nokta hiç içaçıcı değil…
Nüfusumuz azalıyor, gençler evlenmiyor, evlenen çocuk yapmıyor…. Boşanma oranları hiç olmadığı kadar fazla, genç nüfus üretmiyor, ülkesine milli manevi değerlerinden çok uzak, hedefsiz, mutsuz…
Devletin en önemli gelir kaynağı vergidir, kadim devletler ve milletler vergiyi kutsal kabul eder. Vergisiz bir kazanç olamaz, olmamalı evet. Makul seviyede, kimsenin canını yakmadan çok kazanandan çok, az kazanandan az, adaletli ve kati bir vergi sistemi o devleti ihya ve imar eder, böyledir bu…
Vakıa öyle değil ama ülkemizde. İşçi ve memur kesimi yani orta halli vatandaş vergisini verir, zorunlu verir, bilmeden verir… Zengin vermemenin bir yolunu bulur muhakkak, en kötü ihtimalle son tüketiciye ödetir bunu, devlet alabildiğinden alır, hatta burnundan getirir; alamadığınaysa sağır ve dilsiz… Sık sık af getirir, yapılandırma imkânı sunar ama yine bir kuruş alamaz art niyetlisinden…
Sonra bütçede para yok denir, devlet asli vazifesinden, halkının en temel ihtiyaçlarını görme misyonundan imtina eder, suya, ekmeğe, temiz havaya, velhasıl her canlının yaşaması için elzem olan her hizmete muhtaç bırakır halkını. Kısır döngü böyle devam ediyor işte…
Ez cümle, devlet bu temel ihtiyaçları bedava dağıtmalı arkadaş, bir yolunu bulmalı… Su bedava olmalı mesela, çeşmeden içebilmeli herkes kana kana, temizlenmeli Allah’ın berrak suyuyla… Toplu taşımadan, toplu wc ye bedava olmalı… Ekmek bedava dağıtılsa ne var, her haneye ihtiyacı kadar, israfa kaçmadan….
Mülkiyeti devletin de olabilir amma her vatandaşın başını sokabileceği, çoluk çocuğuyla kaygısız, tasasız yaşayabileceği iki göz oda çok mu zor…
TOKİ marifetiyle başlatılan konut seferberliği, iyice abartılıp her ilde, her ilçede, her köyde, yatay mimaride, bahçeli konutlar üretilerek, “herkese bir ev” e dönüşemez mi?...
Devlet ev yapar mı, yapar… Düzenli şehirler, planlı kentler, konforlu yaşam alanları yapmalı devlet…
Bu çağda “barınma”, bir sosyal mesele olmamalı artık…
Sonrasında, mutlu evlilikler olur, nüfus artar, Maslow’un piramidinde tepedeki mutlular çoğalır elbet… Kafa rahat olunca üretir insan… Sanat yapar, bilim üretir, kişisel menkıbesini gerçekleştirir insan…
“Herkese bir ev” ütopya değil, ihtiyaç…
YUSUF ŞEVKİ YÜCEL
09.12.2025 | [email protected]