Küçükken yaz tatiliyle birlikte yaylaya gönderirlerdi bizi… İki bin rakımdaydı yaylamız, Ablayaras bizimkisi, Öküzlü ve Yurt komşu köylerin yaylaları idi… Limonsuyu bize göre daha yüksekte, hakim bir tepede idi. Alışverişin merkezi konumunda, Cuma namazı için burada toplanılır, günlük ekmek, un, gaz, tuz, kibrit gibi temel ihtiyaçlar, manav ve diğer gıda malzemeleri buradan temin edilir, burada alınır satılırdı…
İneklerimiz vardı yüzlerce, Havizalilerin, Aşkebağun Mahiyenin Hafuzun koyunları binlerce… Tavlanmaya gönderirdi anam, anneanneme. Bizim ineklerimiz de o ahırdaydı, on iki on üç olurdu toplamı… Hem yardım ederdik anneanneme, hem eğlenir, soğuğa, sıcağa maruz kalarak güçlenirdik, anneannemin tam yağlı dönme kuymağını yer tavlanırdık işte… Kuzenlerim Celal abi (merhum), Ferşat, birlikte kalırdık üç ay, teyzelerimden biri de olurdu muhakkak… Ablayarasta altmışa yakın çocuk, genç erkek olurduk, işte de beraberdik, oyunda da, Kur’an’da da, horonda da beraberdik, kavgada da… Zordu ama güzeldi hayat, herkes masumdu, herkes temiz…
Sis gelir çökerdi Alifinoz boğazından, günlerce yerleşirdi tepemize. Çisesi ayrı, nemi ayrı sorundu ya en kötüsü de gökyüzünü göremezdik aylarca…
Güneşe ihtiyaç vardı elbette ki, üç adım ötesini göremeyecek kertede boğardı bizi sis… Top oynardık Seveho düzünde, öyle kellim fellim, yaylalar arası turnuvalar düzenlerdik. Çoğu kavgayla biterdi ya, sis yüzünden rakip takımın kalesini göremezdik orta sahadan… Günlerce sürerdi bu hal ve neneler, dedeler rica ederdi bizden “uşağum kaymak toplayun, kuymak edun, güneş isteyun Allahtan”…
Toplanırdık on on beş delikanlı, kimimizin elinde bakraç, kimimizin elinde torba… Yaylanın başından girer, öğlene dibinden çıkardık… Her kapıda niyazımız aynıydı hep bir ağızdan bağırırdık…
“Kadınlardan kaymak, un isteriz, Allahtan güneş, vereninki şad olsun, vermeyeninkine siçan düşsün, amiiin”…
Kimi un verirdi, kimi kaymak, kimi çürek peynir, kimi sapsarı tereyağı, vermeyeninkine de gerçekten düşerdi fare…
Perun başında ateş yakardık, sacayağının üzerinde koca bir tava, içinde kaymak bir saate pişerdi dönme kuymağımız…
Afiyetle yerdik, güle oynaya ve dua ederdik, en masum, en günahsız halimizle, “ya Rebbi güneş ver bize, ya Rebbi güneş ver bize”, o kadar… Geceden çekilirdi, bulutlar, dumanlar, sis… Ertesi sabah berrak bir gökyüzü, pırıl pırıl bir güneşe uyanırdık… Uzun bir süre tadını çıkartırdık, ta ki Allah, suya ihtiyacı olana su gönderene, yağmura ihtiyacı olana yağmur gönderene kadar…
Hiçbir zaman geri çevirmedi duamızı çok şükür, günahsızdık, samimiydik ve sadece ondan istedik çünkü…
Geçen Cuma vaaz veriyordu mahallemizin imamı, mühim meseleleri konuşuyordu, cemaat arasından elimi kaldırıp söz istedim. “Hocam bu gün bir yağmur duası yapalım” dedim. Afalladı, cemaate, duymayanlara arzuhalimi arzetti… “Cemaatten bir kardeşimiz yağmur duası yapalım diyor, Diyanet İşleri Başkanlığının talimatı olmadan böyle bir şey yapamayız. Bekleyelim, illa ki başkanlığımız bir talimat gönderecektir” dedi. Sonra neden bu kuraklıkla imtihan olduğumuza, neden başımıza bu felaketlerin geldiğine dair tespitleri anlattı filan…
Peygamber sünnetiydi oysa yağmur duası, çok sade çok kolay ve tesirli bir uygulamaydı bu. Mümkünse yerleşim yerinden uzak bir mevkie birlikte gidilir. Çoluk çocuk, yaşlı genç, zengin fakir herkes orada bulunur, giderken istiğfar edilir, küsler barışır, sadaka verilir, kul hakkı olan helalleşir, günahkâr olan samimiyetle tövbe eder… Sonra imam ayakta, cemaat oturur halde, kıbleye dönük vaziyette, hulus-i kalp ile ve Allah’ın kesin icabet edeceğini umarak, herhangi bir dilde, herhangi bir lisanla, herhangi cümlelerle, mümkünse peygamber efendimizin şu sözleriyle:
"Ya Rab! Bize bol yararlı, her tarafa akıp giden, her tarafı sulayan umumi bir yağmur ihsan et. Ya Rab! Bizi yağmurla suvar. Bizi, ümitlerini kesmiş kimselerden eyleme. Kullarda, beldelerde ve yaradılmış şeylerde öyle darlık vardır ki senden başkasına arzedemeyiz.
Ya Rab! Bizim için ekinleri bitir, bizim için memeleri sütle doldur, bizi göğün bereketinden suvar, bize yeryüzünün bereketinden yetiştir.
Ey Rabbimiz! Biz senden mağfiret isteriz. Şüphesiz sen çok mağfiret edicisin. Bize gökten bol bol yağmurlar yağdır." Diye yakarabilirdik hep bir ağızdan, “amiiin” de derdik sonunda yürekten... Üç gün yapardık arka arkaya ve içimizdeki bir masumun hatırına ertesi gün şefkatle yağardı başımıza rahmeti… Olmadı, yapamadık… Diyanetten emir gelmedi, hala gelemedi…
Bursa henüz yanmamıştı, felaket böğrümüze dayanmamıştı, imam efendiden ricada bulunduğumda…
yusufşevkiyücel (yirmisekiztemmuzikibinyirmibeş)