Bugün köşe yazımda hayatımızı güzelleştiren, bizi "biz" yapan, toplumun adeta görünmez harcı olan bir konuya, yani 'Âdâb-ı Muâşeret'e, yani görgü ve nezaket kurallarına bir pencere açalım istedim.

Hepimiz biliyoruz ki, bir arada yaşamanın belli başlı kaideleri var. Tıpkı bir binanın sağlam temellere ihtiyacı olduğu gibi, toplumsal düzenin, barışın ve kültürün inşası da hukuktan dine, ahlaktan örf ve âdetlere uzanan bir kurallar bütünüyle mümkün.

İşte bu noktada Âdâb-ı Muâşeret devreye giriyor. Düşünün, bu kurallar toplumsal kesimleri ve grupları birbirine kaynaştıran, insan ilişkilerini âdeta bir sihirli değnekle düzenleyen ve en önemlisi, yaşamı kolaylaştıran bir yapıya sahip.

Görgüye ve nezakete dikkat eden bir insan, kendini daha rahat ve net ifade eder. Karşınızdaki kişide bıraktığınız o olumlu izlenim, inanın bana, kapıları açan bir anahtar gibidir. Nezaketle ifade edilen bir ricaya kim hayır diyebilir ki?

Karşınızdakini sabırla dinlemek, özel günlerde küçük bir hediyeleşmek, kalpten bir özür dilemek, izinsiz eşyaya dokunmamak, kusuru yüzüne vurmamak, çat kapı gitmek yerine "geliyorum" demek...

Bu nazik davranışlar hem bireyde mutluluk ve güven hissi uyandırıyor hem de uzun vadede toplumsal hayatımızda o çok özlediğimiz huzurlu atmosferi oluşturuyor.

Her toplumun kendine has bir ruhu, yapısı var. Benzer düşünen, benzer konuşan insanları "bizden" kabul etme eğilimindeyiz, değil mi?

İşte tam da bu yüzden, ister iş ortamı olsun ister aile çevresi, ağzımızdan çıkan her söz, sergilediğimiz her tavır, çevremiz üzerindeki etkimizi belirliyor.

Görgü kurallarını yalnızca bilmek yetmez, onu içselleştirip bir hayat biçimi hâline getirmek ve nazik olmak, toplumda size otomatikman bir saygınlık kazandırıyor.

Âdâb-ı Muâşeret, aynı ortamı paylaşan insanların birbirleriyle uyum içinde yaşamasını sağlayan bir orkestra şefi gibi.

Düşünsenize, bireylerin medeni, zarif ve bu kurallara duyarlı yetişmesi toplum için ne büyük bir kazanımdır! Yemek yeme, konuşma, dinleme gibi en temel konularda çocuklukta başlayan bu eğitim, sosyalleşme sürecinde hayat boyu devam ediyor.

Farklılaşan iş ve sosyal hayata yapıcı bir biçimde katılmamızı sağlayan bu âdâb, bireye toplum nezdinde değerli bir kimlik kazandırır. Örneğin, dürüst ve çalışkan bir bireyin görgü kurallarını iş hayatına taşıması, hem ilişkilerini güçlendirir hem de saygınlığını katbekat artırır.

Âdâb-ı Muâşeret'e uyan bireyler, adeta birer ayna gibidir; toplumun görgü, ahlak ve nezaket anlayışını yansıtırlar. Bu erdemli ve seçkin kişiler, toplumları etkileme ve hatta dönüştürme gücüne sahiptirler.

Kur'an-ı Kerim'de, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'e işaret edilen ayetteki o önemli vurguyu unutmamalıyız: “Kaba ve katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafındakiler dağılır giderlerdi.” (Âl-i İmran suresi, 159).

Bu, görgünün ve nezaketin toplum üzerindeki dağıtıcı veya toplayıcı etkisini ne güzel özetliyor. Görgülü, ahlaklı ve nazik davranışlar, toplumsal hayatta bireylerin iyi geçinmesine büyük katkı sağlar. İşte bu iyi geçinme hali, bizi toplumsal dayanışmaya ve birlik duygusuna, yani o güçlü “biz” bilincine ulaştırır.

6 Şubat depreminde milletçe yaşadığımız o büyük acı, yardımlaşmanın âdâb-ı muâşeretin ve evrensel değerlerin en güzel göstergesi olduğunu bir kez daha kanıtladı. Can ve mal kaybına uğrayan her vatandaşımızın acısını paylaşmak, elimizdeki imkânları seferber etmek...

Bu, güzel ahlakın ta kendisi! Hz. Muhammed'in o meşhur sözü de bu erdemin dinimizdeki yerini gösteriyor: “Komşusu açken tok yatan, bizden değildir.”

Görüldüğü gibi, Âdâb-ı Muâşeret sadece bir 'kural' değil; o, insanı insan yapan, toplumu ayakta tutan, bizi birbirimize sımsıkı bağlayan, hayatı yaşanır kılan o tatlı nezaketler bütünüdür.

Hadi gelin, bu aynada kendimize bir kez daha bakalım ve her hareketimizle "biz" bilincini güçlendirelim!

AYŞE ŞEN BAYRAKTAR

Kaynak: Adab-ı Muaşeret Ders Kitabı-MEB