6 Şubat depremlerini hatırlayın, dokuz saat arayla 7.5 ve 7.8 şiddetinde iki deprem… 11 il yıkıldı, 37 bin bina yerle bir oldu, bir o kadarı da ağır hasarlı, kullanılamaz haldeydi… 53 bin vatandaşımız hayatını kaybetti, 13 milyon kişi bir gecede evsiz yurtsuz kaldı… Yaklaşık 2 trilyon TL değerinde hasara yol açtı bu depremler. Yeniden toparlanma maliyetleri de düşünüldüğünde ülke ekonomisine, milli servetin onda birine tekabül eden büyük bir yara açtı bu deprem… Tam da toparlanmıştık, ekonomimiz rayına girmişti, otoyollar, devasa köprüler, dünya çapında tüneller tamamlanmıştı… Bir gecede başa döndük velhasıl… Ülke olarak büyük travma yaşadık, binlerce dramatik hikaye var bu depremlerden kalan… Dünyada örneği olmayacak kertede yardımlaşma ve destek köprüleri kurduk bu bölgeye. Hayırda yarıştık, maddi, manevi kucak açtık mağdurların, mazlumların cümlesine… Büyük bir sınavı başarıyla verdik millet olarak… Türlü şikâyetler duyduk, ihmallerden, mağduriyetlerden bahsedenler oldu münferid, amma hakkını teslim edelim, hükümetimiz ve devletimiz, tüm kurumlarıyla birlikte bu krizi mükemmel yönetti… Hızlıca giriştiği yeniden imar çalışmasını da rekor sürede, samimiyetle ve üstün gayretle tamamladı, tamamlıyor… Yüz binlerce konut ve iş yeri, yanında kamu binaları, havaalanları, yollar, köprüler, çevre düzenlemeleri, müthiş bir dönüşüm yaşanıyor o bölgede. Asrın felaketi, asrın inşasına evrildi, bunca ekonomik krize, sınırlarımıza dayanan bunca küresel tehdide rağmen, aksamadan, duraksamadan yürütülüyor bu hizmet… Köyler de şehirlerde ihya ediliyor, çok daha tertipli ve düzenli…

Kendi adıma da milletim adına da zerre emeği olana teşekkür ediyorum…

Bu büyük felaketten aklımda kalan iki fotoğraf var, önce birincisini paylaşayım…

On küsür katlı binanın enkazında bir buzdolabı vardı, yıkılmamıştı ezilmemişti, kapısı açık haldeydi. İçinde dünden kalma yiyecekler vardı. Bir tencere sarma yapmıştı evin annesi yarın için, tüm aile birlikte yiyecek, neşeli bir akşam sofrası olacaktı, muhtemelen niyeti böyleydi yaparken… Olmadı… Aileden kimse kalmadı ertesi güne…

İbretlik bir sahneydi bu, aklımdan çıkmıyor… Bir dakika sonrasına hükmedemediğimiz şu dünyaya ne çok kıymet veriyormuşuz…

Anın kıymetini bilmek, her günümüzü son günümüz gibi yaşamak, yarına bırakmamak helalleşmeyi… Geride tertemiz yaşanmış bir ömür, ders alınası hatıralar bırakmak, kusursuz bir final yapmakmış aslolan…

İkinci fotoğraf depremden hayli sonrasına ait… Bir yanda deprem günü Hatay’da tamamen yıkılmış Habib-i Neccar Camisi… Anadolu'da inşa edilmiş ilk cami bu… Taşları, diğer hafriyattan ayrılıyor, tek tek ayıklanıp istifleniyor… Diğer yanda onlarca kepçe, iş makinesi, diğer yıkıntıları kamyonlara yükleyip hafriyat döküm alanlarına taşıyor… Yüzlerce çok katlı, modern binalar, iş merkezlerinin yıkıntıları, çöp muamelesi görüyor…

Bu fotoğraftan çok dersler çıkarttım kendi adıma… Bir tarafta kadim tarihimizin karakteristik eserleri var, bin yıl geçse de kıymeti biliniyor, her nesil için bir anlam ifade ediyor, diğer tarafta modern çağın tek tip, ruhsuz, keyfiyetsiz yapıları, çağdaş çöpleri…

Sonra düşündüm, cumhuriyet döneminde bir tarzımız var mı bizim, aynısını yeniden restore edelim, imar, ihya edelim diyebileceğimiz sadece bize yalnızca Cumhuriyet dönemi Türk kültürüne ait bir eser… Yerle bir olduğunda taşlarını enkazından ayıklayıp tekrar inşa etme zaruriyeti olan bir eserimiz var mı?... Ben bilemedim, bulamadım ben…

Selçuklu’da vardı, Osmanlı’da vardı, cumhuriyette yok… Mimaride yok ta başka alanlarda var mı bakalım… Mobilya kentiyiz malum, bir vesileyle mobilyacılıkta tarzları inceledim, ayrıntılı sunum yapabilecek kadar malumat sahibi oldum. Klasik, Avangard, Retro, Vintage, Rustik, İngiliz Country, Fransız Country, İskandinav, Asya/zen, Holywood vs.. Her tarzın bir kimliği, bir kişiliği, kendine has felsefesi var… Çoğunlukla milletler bu tarzlarıyla anılır, bu tarzda yaşayıp giderler… Mobilyası, koltuğu, perdesi, kap kacağı, evinin her köşesi, hatta kıyafetleriyle seçtikleri tarz, ait oldukları milliyeti yansıtır… Türk tarzı mobilya, dekorasyon, bişey var mı, yok... Ben duymadım varsa da...

Bizim de vardı bir kimliğimiz, Türk tipi aile, Türk tipi eğitim, Türk tipi kıyafet, Türk tipi müzik, Türk tipi mimari, Türk tipi hukuk, Yönetim, Ekonomi, Sanat, “Türk” diye bir kimliğimiz vardı… Bıyıklarımız kaytan, sakalımız gür, tokadımız Osmanlıydı yahu…

Kendi birimlerimizle tartardık dünyayı, “okka” mız vardı, dirhemimiz vardı, miskal şaşmazdı… Endazemiz vardı boy ölçerdik, arşınımız, fersah’ımız, 45480 metreye karşılık merhalemiz vardı… Elalem bize uyardı, biz belirlerdik altının kıymetini…

Türk yalan konuşmazdı, terazide hile yapmaz, ölçülü satardı ucuza aldığını. Zekâtını öder, yetimi korurdu, vatan millet, bayrak, ezan sözkonusu olduğunda serden de yardan da geçerdi… Namus test edilemezdi bu âlemde, ana anaydı, baba baba, iffetliydi kadın, haysiyetliydi erkek…

Kuran’dan alınmıştı Ticaret Hukuku, Medeni Hukuk, Yargılama Hukuku vs… Kul yapımı değildi, bu yüzden, fıtrata uygundu yani… Kadim çizgiden uzaklaştıkça toparlayamadık bir daha, ne batılı olduk adamakıllı ne karakter sahibi, karizmatik, itibarlı Türk olabildik… Araftayız yüz yıldır, her yeni kuşakla fersah fersah açılıyor mesafemiz… Dünyayı sallayan Türk dizilerinde, Türk yok, Türkün töresi, ailesi, kimliği, kişiliği yok…

“Türk varsa tarih vardır”, “Türk beklenendir”, “Bir Türk dünyaya bedeldir”, “Siz çoksunuz biz Türk!”, gibi övünç kaynaklarımızdan, okullarda “değerler eğitimi”ne muhtaç hale geldik bak… Başörtüsü, meselemizdi, imanlı nesil meselemizdi, ahlaklı toplum meselemizdi, ar hayâ, namus meselemizdi, bayrak, vatan meselemizdi… Sulandı hepsi, hiçbiri misale de visale de gelmiyor artık

Savrulduk ey halkım, fena savrulduk…

YUSUF ŞEVKİ YÜCEL

02.12.2025 | [email protected]