Bir toplum nasıl ayakta kalır? Onu diğerinden farklı kılan özellikler nelerdir? Ham maddesi nedir toplumun? Yalnız kalabalıklar bir toplum inşa edebilir mi? Millet olabilmek ülküsü neden kıymetlidir? Sorular ve cevaplar arasında kalmışlıklarımız var bizim. Bildiğimiz ile amellerimizin arasında uçurumlarımız var.

Arada kalmışlıklarımız, arafa doğru yuvarlanmamız var. Hasta olduğumuzun farkında olmamıza rağmen şifadan kaçışlarımız var. Faniliğimizi her an görmemize rağmen baki kalmak için kendimizi paralamayı marifet saymamız var.

Tezatlıklar içinde, gel-git şeklinde oyalanışımız, en tepeye göz dikmişken uçuruma doğru düşüşümüz var. Yok ile varı birbirine katıp karmakarış ruh halimizle çağa ayak uyduralım derken çağdışı kalışımız var. Sahi bizim neyimiz var?

Düşünmeden kaçmadığımız vakitlerde isek kafa yoralım hep beraber, millet olarak tarihe baktığımızda köklerimizin sağlamlığı çıkar karşımıza. Anlı şanlı sayfaları çeviririz, ecdadımızın sınırları aşan fetih şuuru çıkar karşımıza. Sadece toprağı fetheden değil, gittiği diyarlardaki insanların gönüllerini fetheder atalarımız.

Önce o topraklara erenler gönderilir ki kırık kalpler onarılsın. Hal dili ile öyle güzel örnek olur ki gönül erleri, farklı inançtaki toplumlar dahi hayran kalır. Hoşgörü, merhamet, sevgi, adalet, yardımseverlik, cömertlik, kardeşlik, dayanışma gibi değerler, milletimizin en güzel özellikleridir. İlim, hikmet, işini en güzel şekilde hakkıyla yapmak, elinden, dilinden emin olunması inancımızı gösteren şiarlardır.

Toplumu ayakta tutan değerlerdir, değerleri alınmış, içi boşaltılmış bir toplum ayakta kalabilir mi? Biz modernlik ve çağa ayak uymayı, medeniyetten yoksun batıdan almaya çalıştıkça ayağımızın zemini kaymaya başladı. Oysa bizim kökümüz sağlam, medeniyetimiz ise zirvede idi.

Ali Kuşçu, Farabi, Harezmî, Hezarfen Ahmet Çelebi, Ak Şemsettin, Uluğ Bey, gibi bilim insanlarımızın yanında Mevlana, Yunus Emre gibi gönül erlerimiz, her daim toplumun gelişimi için teyakkuzda idiler.

Ne zaman ki kendi özümüzden uzaklaşıp medeniyetimizi inkâr ettik, toplumumuz düşüşe doğru yol aldı. Düşmanlarımız bizi Kurtuluş cephesinde yenemedi ama topluma nifak ve şüphe tohumları ekerek yozlaştırdı. Şuan geçmişimizle aramızda kapkara perdeler var. Gençlerimiz tarihlerinden, özünden habersiz ve kopuk yaşıyorlar.

Milleti ayakta tutan en önemli şey, ortak heyecan, bir ülkü, bir hayal, kutsal bir ideale sahip olmaktır. Modern çağda bizler, heyecanımızı kaybettik, hedefini kaybetmiş, gayeden bihaber, ruhsuz bir ceset halinde yaşıyoruz.

Oysa millet olmak, ortak değerlere sahip olmayı, aynı yöne bakıp bir olmayı gerektirir. Şuan ki halimiz de her birimiz farklı yönlere bakıyoruz, adeta şaşı gibiyiz. Bir an önce özümüze dönmeli, halimizi düzeltmeli, hakikat ışığımız ilahi kelama kulak vermeli, Rahmet Elçisi’nin rehberliğinde dirilmeliyiz. İnsanlık tarihimiz, hep bu bocalamalarla doludur.

Ne vakit toplumlar hakikat güneşinden uzaklaşsa, kendini unutsa, işte o zaman çölde yollarını kaybetmişlerdir. Adaletin yerini zulüm aldığında, liderler hak yoldan uzaklaştığında, masum halk çileye mahkûm bırakıldığında, haksız yere canlara kıyılıp insanlığın onuru yerler altına alındığında dünya yaşanmaz hale gelmiştir.

Yeryüzünü imar ve inşa için gelmiş insanoğlu, kendinden uzaklaştığında adeta yeryüzü canavarına dönüşmektedir. Reçetemiz bellidir, insan olmayı becerebildiğimizde, önce kendimizden başlayan bir çığıra imza atmış olacağız.

Sözün özü; “ Her çağda, şartlar ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun, inananlar için muhakkak bir Nuh’un gemisi vardır.” ( Sezai KARAKOÇ)

Sevda ÇEVİK