Yakup peygamber -aleyhisselâm- kaçan bu haberi, Ârâbî’den işitti; ah! idüp ağladı.(o kadar uzun süre ağladı ki sabah oldu ve) halkı dirilüp (uykularından uyanıp) Yakup-aleyhisselâm’ın evine geldiler ve onu teselli etmeye çalıştılar. O, (gine Ârâbîye sorularını sormaya devam etti) ve bana:

- Habîbim Yusuf’un sağlığın ve evsafın söyle; işiteyim. Cevaben Ârâbî, ayıttı: Ya Nebiyyallah! Yüzü, senin yüzüne benzer; ak benizlüdür; kaçan (ne zaman) söz söylese (konuşsa) yüzünden nur balkırır (fışkırır) Ya Nebiyyallah! Sana iletmek üzere Yusuf bana ayıttı ki. - Atam, bilmiş olsun ki uykuyu üzerime haram kılup dururum Ta ki atam ile buluşam (ve O’na kavuşayım).

Yakup peygamber -aleyhisselâm- bu haberi işitince de ah! idüp agladı ve ayıttı:. - Eğer Yusuf’umun (yüzündeki “Ben”i, (döktüğü göz yaşları), mahv itti ise Yusuf’umun hüznü, benim de gözlerimi ağarttı (ve görmez eyledi). Dahî (sonra da) bir âh! eylediki (bir âh! çekti ki) ol yakında (yer alan) insan ve hayvan ve kuş, kalmadı ki (hepsi), cem olup bir araya geldiler ve Yakup peygamberin ağlamaklığına (şahit) oldular. Bu manzarayı gören) Yakup -aleyhisselâm- ayıttı:

- Ey Ârâbî, dahî Yusuf, sana (bunlardan başka daha ne söyledi?) Cevâben Ârâbî, gine ayıttı ve dedi ki: - Yusuf, gülüp ferah olmaklığı da nefsimin üzerine haram kıldum; tâ ki atam ile buluşuncaya (kadar) dedi. Bunun üzerine Yakup -aleyhisselâm- ayıttı: - Yâ Ârâbî! Senün bu beşaretinin ivazını (bedelini), nice idem? Bu ihsanun ki bana ittün (Yaptığın bu hizmetin karşılığını verem ve) yerine getirem..

(Şu kadar var ki) anı, (sana, para-pul ve de mal–mülk vererek) yerine getire bilmezem İllâ (ancak anın karşılığını sana yapacağım bir) düâ ile (verebilirim). Söyle bana! Dünyevî olsun uhravî olsun (var mı benden bir dileğin?) Söyle… Söyle… Onu yerine getirem.

Ârâbî ayıttı ve dedi ki: - Cem it (ikisini de Ya Nebiyyallah!) ki (her ikisi için de düâda bulun!) Hak Teâlâ’nın (bana vereceği) nimeti, üzerime tamam ola.. Evvel dileğim (senden) budur kim (Yüce Allah), ölüm şiddetini bana kolay ide… Ve gine burada olduğu gibi, beni, sana yoldaşide… Ve bir dileğim dahî vardur ki o da ammim oğlanları (amcamın oğulları), vardur mâldârdurlar (çok zengin mal varlığına sahiptirler.); ben (ise) aralarında fakîrem... (O nedenle) beni, yererler.

Düâ it ki benim malım, anlardan ziyade ola ve de ömrüm âfiyetle geçe… Ol demde –Yakıup -aleyhisselâm- el kaldırup düâ ittü. Ve ayıttı: - İlâhî! Seyyidî ve Mevlâyî! Senden dilerim ki bu Ârâbîye, sekerâtü’l-mevt (hâlini) geniş ve kolay eyle…: Anı, bana cennette yoldaş eyle ve malını da ammisi oğlanlarından ziyade eyle… Ömrünü sağlık içinde geçirt Ya Rabbî… Dedi ve hayır düâda bulundu.

Güncelleşmiş Özet Yorum:

Bu ara bölümde Noktacı Kasım Efendi, Hz. Ya’kûb ve oğlu Hz. Yusuf’un şahsında Alah sevgisi ve tevhit inancı ile donanması gereken mü’min kalbinde evlat ve ata sevgisiyle yer değiştirmesinin, tehlikesine işâret etmekte; baba-oğul Hz. Ya’kub ile Hz. Yusuf’un farklı coğrafyalarda yaşamanın verdiği derin hasret duyğusuyla nasıl çile çektikleri anlatılmaktadır.

Tutku haline gelen evlat ve ata sevgisinin, Allah sevgisinin yerini almaması gerektiği, bu kıssada biraz abartılı ve de acitasyonlu destânî bir ifadeyle dile getirilmiş; Hz. Ya’kub ve Hz. Yusuf, derin bir hasret ateşi ile kavrulmuşlardır.

Şüphesiz onların, bu hasret ateşine muhatap olmalarının da mutlaka Hak katında bir sebebi olsa gerektir. (R. Akakuş).

RECEP AKAKUŞ Hocanın eserinden düzenleyip yayına hazırlayan

Ayhan Talha Bayraktar