Gaziantep'ten telefonlar ediliyor, mesajlar geliyor: “Neredesiniz, nerede kaldınız? Çok acele etmeyin, dikkatli gelin!” Bir dost ünlemesiydi bu ve biz uyarılarla tırmanıyoruz yüksek dağlara, bir bir geçiyoruz uzun tünelleri. Heyecanlı ve meraklı yürekler, yıllar sonra bir araya gelecek, geçmişteki güzellikleri yad edecekti. 30 yıllık zaman diliminde yaşanılan sıkıntılar, dertler, hatıralar tesbih taneleri gibi kelime kelime dizilecek dile.

“Bir kalbe girmek için navigasyon gibi devamlı güzergah değiştirsen de varılacak noktaya varmak gerekir” diye örnek verilen o dijital rehber, bizi kapının önüne kadar götürüyor. Yolu tekrar tekrar tarif ediyor, sağa dönünüz. 300 metre sonra sola dönünüz. Hedefiniz sağdadır. Geçen sene, bir bayram günü depremzedelere hediye takdim etmek üzere geldiğim bu evi hatırladım.

Saçına sakalına yer yer aklar düşmüş esmer tenli uzun boylu, tığ gibi 75'lik delikanlı, yaşının el verdiği ağır tavırlarla kapıda karşılıyor bizi. Önden yol gösteriyor ve uzun sayılacak merdivenlere tırmanıyor, zemin üstü birinci kattaki daireye girene kadar takip ediyoruz elimizdeki yüklerle.

Mustafa Akkurt hocam İslam tarihi alimi, muhabbetin piri, samimiyetin zirvesi... Nerede kalmıştık dercesine 30 yıllık geçmişi pres yapıp daraltıyoruz ve Kilis’teki öğretmenlik günlerine geçiyoruz kısa zamanda. Öğretmenlerden, öğrencilerden söz açıyoruz. İsimler dilden döküldükçe hayal perdesinde fotoğraflar canlanıyor.

Evin beş kız evladının arasında tek oğlu, ilahiyatçı Muhammed Akkurt, kocaman bir tebessümle içeri girince ayağa kalkıyor, sarılıyoruz. Sergilediği Anadolu misafirperverliği ile hem gözümüzü hem karnımızı doyuruyor. Ben de yıllar önce Kilis’teyken bir öğrencinin evinde öğretmenlere verilen yemekte, uzunca bir yer sofrasında fazladan bir tabak yer kalmadığını hatırlıyor ve zikrediyorum. “Bu akşam sizin geleneğinizi yerine getireyim. Yatsı namazında sizi Millet Camiine götüreyim, diyor genç adam. Genç adam dediğime bakmayın 18 yıllık öğretmen.

Yol boyunca giderken Antep’in milli kahramanı Şahin Bey adına kurulmuş Türkiye’nin ikinci büyük kütüphanesini görüyoruz. Ankara’dakini taklit edercesine inşa edilmiş, maşallah. Yüksek binaların arasında önce iki minaresi ve kubbenin yarısı görülen cami yavaş yavaş heybetiyle kendini gösteriyor. Hava sıcaklığını düşmüş, hafif bir meltem esiyor ve benim tüm sıcak havaların arasında derin bir hamdetmeme vesile olan o rüzgar yalayıp geçiyor tüylerimizi.

Millet caminin ışıklandırması, etrafındaki su fıskiyelerin çıkardığı o güzel ses ruhumuzu rahatlatıyor. Birkaç hatıra görüntüyü sabitliyoruz telefon ekranına. Kapıdan giriyoruz, koskoca avlu mütevazı sütunlarıyla sarmalıyor bizi. İlerliyoruz büyük kubbenin altına doğru. Işıklandırma dört koca sütundan etrafı aydınlatıyor. Kubbe bir harika güzel, mihrap ondan da güzel. Esma’ül- hüsna (Allah'ın 99 ismi) ile süslenmiş vaziyette. Yerdeki halı, sütunlar, hat yazıları, renklendirmeler, ışıklandırmalar... Hepsi, hepsi büyülüyor bizi.

Bu geceden sonra iki defa daha geliyoruz bu camiye vakit namazlarını eda etmek için. Ki Gaziantep’ten son ayrılış, Şahin Bey kütüphanesine girme çabamın ardından yine Millet camii avlusundan olacaktı.

Bir akşam sonra yine yatsı namazındayız. Gemlik'ten Mehmet kardeşimizle buluşuyoruz. Hasretle sarılıyor, ayaküstü hoş sohbet için oturup iki bardak çay içelim teklifi de havada kalıyor zira çay ocağı kapanması sebebiyle.

Bir bardak çaydan mahrum kalmışız ama muhabbet bütün lezzeti ile gönüllerimizi sarıyor. Bunca yıl sonra bu kısa buluşma yetmiyor ama yetinmekle kalıyoruz.

AHMET TAŞTAN