Okullar açıldı hayırlısıyla, yine hayırlısıyla tamamlanır diye umuyoruz. Yeni gelen öğrencilerle tanışıyoruz pırıl pırıl. Onların karşısında saçına sakalına ak düşmüş bir edebiyat öğretmeni olarak durduğumuzda nasıl göründüğümüzü merak ediyoruz.
Edebiyatın ne demek olduğunu klasik olarak her dönem ilk derste anlatırım. Ben buna “ders kaynatma” diyorum. Dersi kaynatınca çocukların çok hoşuna gidiyor. Halbuki ruhlarına dokunan tek kelime onları memnun ediyor, sanıyorum. Sanıyor değil biliyorum.
Edebiyat=?
Yazdıktan sonra cevap beklediğimi hissettiriyorum. Yüzleri güldürmek için “what is this?” diyorum. Birkaç öğrenci inceliği anlıyor ve gereken tepkiyi veriyor.
“Edebiyat; duygu, düşünce ve olayların yazılı veya sözlü olarak etkili anlatımıdır.” Tanımını tahtanın en belirgin tarafına yazmış oluyorum.
“Hocam, geçen sene bu konuyu anlatmışsınız” diyen öğrencilere: “Söyle bakalım, şimdi hangi soruyu soracağım?” diye baskın çıkmaya çalışıyorum. Daha, dün akşam ne yediğini unutan nesiller geçen sene bu vakitlerde söylediğim cümleyi nereden hatırlayacaklar, değil mi?
“Bu tanım cümlesinde en önemli kelime hangisidir?” sorusunu telaffuz edince, cevabı da hatırlıyorlar. “Etkili” kelimesi diye haykırıyor biri. Doğru bir cevap. Ama edebiyatın temelde bir “anlatım” olduğunu ve bunun söz ya da yazı ile şekillendiğini fakat her şeye rağmen en belirgin özelliğinin de “etkili olması” gerektiğini vurguluyorum.
Sonra “etkilendin ne oldu?” diye soruyorum? Bir an şaşırıyorlar. Cevap veremeyenler var. “Etkilendim, duygulandım; etkilendim, güldüm; etkilendim, ağladım; etkilendim, aşık oldum... Yok o kadar da değil. Öğrenciler aşık olduklarını öğretmenlerine söylemezler.
Hepsini toparlayarak “etkilendiğiniz zaman değişim yaşarsınız” diyorum. Peki bir soru daha: “Değişim ne demektir?”
Sorular düşünce tarlasını harman yerine çeviren saban gibidir. Sordukça insanın zihninde yeni kapılar açılır. Sanki her soruya cevap bulmuşcasına yorulmuş öğrenciler, birkaç dakikalığına sus pus oluyorlar.
“Değişim” diyorum “öncesi ve sonrası olan” bir şeydir. Bir yerde değişim varsa değişimden önce ve değişimden sonradan bahsedilebilir demeye getiriyorum. Herkes ilk günlerde dersine yeni girmiş ve anlatma iştiyakıyla yanan öğretmenin dudakları arasına kilitliyorlar bakışlarını.
“Neyi etkili anlatmaya çalışıyoruz?” Cevabı tanım cümlesinde açıklanıyor zaten. Duygularımızı, düşüncelerimizi, olayları... Olaylar yaşanır, gerçekleşir; onların ardından duygular harekete geçer, sonra buradan elde ettiğimiz düşüncelerimizi sıralayabiliriz.
Lakin bazen tersi de olur. Okurken düşünürüz sonra duygulanır sonra da harekete geçeriz. Anlaşılacağı üzere yapıp edilen her şey insanla ilgili ve insanla bağlantılı. Edebiyatın konusu merkezinde insan, çevresinde tabiat vardır.
Sonra “etkili anlatım” kelimesinden yola çıkarak yazıldığında ve mecliste okunduğunda bütün vekilleri etkileyen İstiklal Marşı’nı yorumlamaya başlıyoruz. “Oku bakalım ilk kıtayı!” diye işaret ediyorum orta sıradaki bir öğrenciye. “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” diye başlıyor bildik satırları seslendirmeye...
Ve sorular bol bereketli yağmurlar gibi zihnin ortasına, kıyısına, köşesine düşüyor. “Korkma diye kime sesleniyor şair? Ne için korkmamasını söylüyor? Şafaklarda sönmeyecek olan nedir? Ne zamana kadar dalgalanacaktır? Yıldızı parlamak ne demektir?..
Hepsinin cevabı satırlarda ayan beyan ortada.
Ardından “çatma” ile başlayan ikinci kıtaya geçiyoruz. “Kime çatma diyor? Nazlı Hilal'den ne istiyor? Ne için dökülen kanların helal olması endişesini taşıyor? İstiklal kimin hakkıdır?”
Akıp akıp gidiyor satırlar, sorular. Ve bir an duruyoruz. İstiklal Marşı’nı ve Gençliğe Hitabe okurken Filistin’e Gazze’ye ulaşıyor, oradan örnekler veriyoruz.
Gazze'yi anlatmadan geçebilecek bir günümüz olmaması gerektiğini düşünüyoruz. “Özgürlük Filosu” ağır ağır Gazze’ye doğru ilerlerken bizim onu unutarak geçirdiğimiz bir günümüz olsun istemiyoruz.
AHMET TAŞTAN