O, doksan üçündeydi öldüğünde, ben yirmi yedi… Toplasan beş on yıl bir aradaydık, ya o bir kaç aylığına gelirdi köye, ya ben/biz giderdim tatillerde onun yanına… Suluova’da yaşıyordu, orada vazifeliydi maddi, manevi…

Çok karizmaydı… İlmiyle, bilgi birikimiyle, sözleriyle ve hal diliyle otoriteydi, enerji ve etki alanına giren herkes el pençe olurdu garip bir şekilde… Nurlu yüzü, etkileyici bakışları, mütebessim siması vardı, Kur’an’dan konuşurdu, kalbe sirayet ederdi her lafzı… Saatlerce dinlerdi dinleyenleri… Gece uyumaz zikirle meşgul olur, gündüz okur, Osmanlıca notlar alırdı küçük defterlerine…

Günlük te tutardı, envai çeşit otlardan ilaçlar da yapardı, ne hasta eksik olurdu evimizden, ne müritleri… Nakşi şeyhiydi, babası Yusuf Şevki El Ofi gibi… Açıkbaş Ömer Efendiden almıştı postnişini… Suluova’ya vazifelendirdi hocası ve vefatına kadar orada kaldı… Sobacılık, tenekecilik, türlü ziraat işleri ve 1950 lerden sonra imamlık yaptı bu muhitte…

Dedem Ali Galip Efendi, Dernekpazarı, Kondu köyü, Ekşiali mahallesindeki baba evine/evimize gelirdi sık sık… Onun gelişi, tarifi imkansız bir güzellik katardı evimize, mahallemize, köyümüze, beldemize… Gece gündüz evimiz, dershanemiz dolar taşardı, kimi okunmaya, kimi tedaviye, kimi feyz almaya, halkasında bulunmaya, hatm-i hacegana gelirdi… Günlerce kalanı da vardı, bir görüp, el öpüp, duasını alıp gideni de vardı… Sofralar kurulur, yataklar serilir toplanır, çamaşırlar yıkanır, hizmette kusur edilmezdi gelene gidene. Bu kısmı pek yorucuydu, anneme, babama, ablalarıma, babaanneme, gelinlere, bize… Lakin maneviyatı vardı bu işin, Allah’ın rızasına taliptik ailece, dedemin varlığı bereket ti, huzurdu, saadetti bilirdik, görürdük... Yüksünmedik, şikâyet etmedik, almaya çalıştık ondan, maneviyatını, ilmini, kültürünü, yaşantısını, takvasını enerjisini, kimyasını koyduk kalbimize…

“Bana bir haslet verdi Allah… Hastalara şifa veriyor benim elimle, bunu biliyor, şükrediyorum. Bunu yapmazsam hesap sorar benden… Sekiz yaşlarındaydım, seferberlikte küçük kardeşim Celal ile Samsun’a kaçıp geldik… Çok zorlu bir yolculuktu, babamın kılıcını ve birkaç özel eşyasını almıştım yanıma, yolda onları almak isteyen, pusu kuranlar oldu amma canım pahasına korudum hepsini… ( Bütün hikâyeyi, uzun uzun daha detaylı yazacağım Allah nasip ederse… Ahtım olsun )

Abimin yanına geldik, onunla kaldık uzun zaman. Çete reisiydi abim Tekkeköy’de… Rumlara karşı çok başarılar elde etti Molla Ahmet abim… Biz küçüktük, ev ve bahçe işleriyle ilgilendik dolayısıyla… Sıtma salgını vardı, kırılıyordu insanlar, gençler, çocuklar ölüyordu… Kasabada her gün birkaç cenaze defnediliyordu… Evin önünde oturmuşum, elimde bir beyaz tebeşir, küçük bir bıçakla hap boyutunda kesiyorum onları, öyle bir oyun kurmuşum kendime… Bir teyze geldi komşulardan “Ali ne yapıyorsun” dedi bana… Şaka mahiyetinde “Sıtma ilacı yapıyorum” dedim… “Ne olur birkaç tane ver bana, oğlum alev ateş yatıyor evde” dedi… Şaka söylediğime, tebeşirleri öylesine kestiğime ikna edemedim… Birkaç tanesini aldı götürdü, oğluna içirmiş birkaç saat arayla… Sabaha iyileşmiş çocuk… O yaz tebeşir kesmekten bi hal oldum. Kasabada ne kadar sıtmalı varsa iyileşti o tebeşirden… Allah şifayı benim elimle verdi onlara…”

Nice hikayeleri, kerametleri var dedemin. Bizzat şahit olduklarım da var, anlatayım birini…

Üniversiteyi bitirdim, arkadaşım Ali Değermenci ile Ankara’ya sınava gidiyoruz, “Suluova’ya gidelim bir akşam kalalım, dedemin duasını alalım” dedim, kabul etti Ali… Gittik, çok sevindi, dua etti, kaldık o gece. Sabah ayrılırken “askerlik için imtihana gidiyoruz, bize dua et dedim”… “Ne istiyorsunuz, nasıl dua edeyim” deyince, “Kısa dönem istiyoruz, bir de ikimiz aynı yerde, aynı bölükte olalım mümkünse”, gülüştük, elini öptük, sarıldık, koklaştık, ayrıldık…

Birkaç hafta sonra açıklandı sonuçlar, bahriyeliydik ikimizde, kısa dönem er… İzmir Poligon’a gittik birlikte, teslim olurken arka arkayaydık… Aramıza biri sokuldu, onunla münakaşa ederken sıra bize gelmişti bile… Meğer duanın gücüymüş aramıza birini sokan… Sırayla alıyorlarmış, bir üçüncü bölüğe, bir beşinci bölüğe…

Beşinci bölükte, aynı ranzada, altlı üstlü tamamladık acemi birliğini… Bölüğümüzde, paşa çocukları, kaymakamlar, hakimler, savcılar vardı ve “sizin torpiliniz kim” diye sorarlardı, “dedem, derdim hep, dedemin duası”…

Kar gibi sakalları, masmavi gözleri, bakmaya doyamadığım nurlu siması, bir parmağını kazada kaybettiği berrak elleri, titiz terentaz giydiği kareli gömlekleri, kendi elleriyle kaşe kumaştan diktiği şalvarı, şimşir kaşığı, süslü bastonu, edebi, ahlakı, sınırsız nasihatleri, zikri hafi uyuklamaları, sevmeleri, duygulanmaları, yürekten öpmeleri, kalpten duaları, yanık sesi, şefkatli sarılmaları, bilge halleri, en çok ta, o misk-i amber, o daha önce ve daha sonra hiçbir yerde almadığım kokusu, ahh…

Dedesiyle yaşayan çocuklar çok şanslı, çekirdek aile çocukları çok şanssız… Böyle aldılar dedenin, ninenin evlerdeki bereketini, aileye Rabbin onlar üzerinden verdiği sevgiyi, merhameti şefkati… Dedeyi nineyi attılar evden, aile sulandı, kadim kültür aktarılamadı, saygı, hürmet rafa kalktı, yozlaştı, yozlaştı, bozuldu aile…. Dede olmak ta pek keyifliymiş, öyle diyor dedeler, nasip olsun benimle beraber her erkeğe… Dedeyi torundan, torunu dededen mahrum etmeyin, ne olur…

Yaşadım, biliyorum, özlüyorum…

Çok güzel kokardı dedem….

Cennette tekrar buluşur, koklaşırız inşallah…

YUSUF ŞEVKİ YÜCEL

13.10.2025 | [email protected]