“Ah itidal… Sen ne büyük bir sırsın!”
( Necip Fazıl KISAKÜREK)
İtidal; sözlükte ölçülü olmak, temkinli olmak, denge kurmak manasına geliyor. Aşırıya gitmemek ya da gevşek tutmamak, orta yolda olmak ve kalmak… İnsanoğlu denilen kimi zaman Kaf dağını aşacak kadar güçlü sanır kendini, kimi zamansa yerinde sayacak kadar halsiz ve güçsüzdür.
Kimi zaman dağları deler Ferhat misali, kimi zaman düz yolda düşer. Kimi zaman çölde susuz kalsa da sevdası için direnir Mecnun misali, kimi zaman ise yanındaki deryadan bihaberdir. Kimi zaman bakarsın dev kadar güçlüdür, kimi zamansa sanırsın karınca kadar küçük.
Ayarı yok mudur bu halinin? İfrat ve tefrit boyutunda gelir gider sürekli. Oysa hayat denilen imtihan, denge kurmayı gerektirmez mi? Uçlarda yaşayan insan memnun mudur bu dengesizliklerinden? Kendi bindiği dalı kesmektir aşırılık ve taşkınları insanoğlunun. Sonrası malum içini saran bir buhran ve huzursuzluktur.
Çare arayana verilir elbet, bu sebeple itidal sırrına bürünmek ve anlamak gerekir. Anlamıyla müsemmadır itidal, dengeyi ve ölçülü olmayı gerektirir. Her işte bir kararda olmak, istikrarla o işe devam etmektir. Bu aslında Kâinatın Sahibinin bize emrettiği “ sırat-ı müstakim” , orta yol, doğru yoldan başkası değildir. Yaşayan bir Kuran olan Rahmet Elçisi, bizim için tek kıstastır.
Peygamberimizin her hali, itidal üzeredir. Sünnet-i seniyye ile şekillenen hayatlar ancak doğru yola kavuşmuş olur. İnsanın inancından, yaşayışına, duygularından, alışkanlıklarına, ticaretinden, giyim tarzına, yediğine- içtiğine, hayat algısına kadar itidalli olması, mümin oluşunun güzelliğini gösterir.
Güzeller güzeli, ibadette dahi aşırılığı hoş görmeyip sahabesini uyarmıştır. Çünkü insanın kendine, çevresine ve kâinata karşı sorumlulukları vardır. Gece boyu ibadetle geçireceğim derken eşini ihmal etmesi, gündüz boyu insanlara faydalı olayım derken evlatlarını ihmal etmesi, sürekli oruç tutup sevap kazanayım derken bedenini, sağlığını ihmal etmesi, dinen uygun görülmemiştir.
İslam’da ruhbanlık da yoktur, insanın nefsinin, heva ve arzularının yok sayılması, fıtratının yok sayılması demektir. Bunun yerine nefsimize sahip çıkıp helal yola sevk edilmesi tavsiye edilmiştir. Bizi bizden iyi tanıyan Rabbimiz, duygularımızı yok saymaz, onları doğru kullanmamız için bize yollar sunar.
Mümin kardeşin yerine, haksızlık ve zulümlere öfke duymak gibi. Sevmek, Mevla’mızın bize ihsan ettiği en güzel duygulardandır. Her işte olduğu gibi bu histe de aşırılık yasaktır. Eşine, çocuğuna, ailene, dostlarına, mesleğine, malına-mülküne sevgi besleyebilirsin.
Ancak haddi aşarsan sen de etrafında zarar görür heba olursun. Günümüz dünyasının taşkınlıkları gibi, sevgiyi tutku haline getirenler, psikolojik olarak zarar görürler. Ve maalesef sevdiklerini de incitir, zulmederler. Oysa sevmek, insana sunulan en güzel hediye iken bir anda her şey alabora olur ve kâbusa dönüşür.
Denge, hayatı dosdoğru yaşamadaki en önemli prensiptir. Ölçüsüzlük, insanı ve ömrü heba eden, derbeder hale iten bir haldir. Dünya hayatı, doğum ve ölüm arasında sınırlı bir yolcuktan ibarettir. Yolcu olan bizlerin ömrü sınırlı iken nefsimizin istekleri ise sınırsızdır.
Bu sebeple dengeyi kurmamız için sabır kalkanını giymemiz, kanaat zırhını kuşanmamız, şükür kılıcını kuşanmamız, Rabbimize olan muhabbetimizi sağlamlaştırmamız gerekir.
Bize sunulan her şey bedenlerimiz, canlarımız, sevdiklerimiz, mallarımız, kâinatın nimetleri hep birer emanettir, bunu zihnimizden çıkarmamalıyız. Sahibi olduğumuz hiçbir şey yokken bunca aşırılığa kaçıp, debdebe çıkarmanın da manası yoktur aslında…
Sözün özü; “ İfrat ve tefritten uzak durun, işlerin en hayırlısı orta olanıdır.” ( HADİS-i ŞERİF)
Sevda ÇEVİK