Siyonist İsrail'in Gazze'de işlediği cinayetlere her gün bir yenisi daha eklenirken Gazze halkı şimdi de açlıkla boğuşuyor. Birilerinin artık bu katil devlete bir dur demesi lazım. Sözle değil eylemle. "İsrail güçten anlar" diyordu Erbakan hoca. Günümüzde bu sözünün ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz. Ve tüm dünyanın gözleri üzerimizde. Bölgede İsrail'in hakkından gelebilecek, halkı müslüman tek devlet olarak Türkiye'yi görüyorlar. Peki biz buna hazır mıyız?

Maalesef Türkiye, bugün rasyonel davranmak zorunda kalan bir ülke. ABD, İsrail’e her alanda açık destek sunarken, biz ne yazık ki henüz 5. nesil, tam donanımlı ve görünmez bir savaş uçağına sahip değiliz. KAAN var elimizde, ancak onun da seri üretime geçmesi 2028’i bulacak. ABD, F-35 programından bizi dışladı. Almanya ise Eurofighter satışına daha yeni, bugünün haberiyle onay verdi. Ama onlar da 5. nesil değil. Türkiye "hardpower" (sert güç) değil "softpower" (yumuşak güç) olan bir ülke. Beklenti ise çok daha yüksek.

Yukarıda ki tablo, hava savunması açısından ciddi bir eksiğimizi ortaya koyuyor: Eğer hava kuvvetlerimiz hedef alınırsa, yukarıdan müdahale kapasitemiz yok denecek kadar az. Bu da savaş konseptinde kritik bir zaaf. Ancak çoğu zaman hesaba katılmayan, satır aralarında unutulan başka bir güç daha var: manevi ordular. Kimine göre romantik bir kavram, kimine göre tarihi bir gerçeklik... Ama inanan için bu kavramlar, teknolojinin ötesinde anlamlar taşır.

Denklemin bir tarafı askeri teknoloji ise, diğer tarafı da inançtır. Karşımızdaki güç ne kadar büyük olursa olsun Allah hepsinden daha büyük ve daha güçlüdür. Bunca zulme karşı duracak bir Türkiye'yi manevi orduları ile destekleyeceğinden hiç şüphem yok. Buna inanmak, sadece metafizik bir beklenti değil; aynı zamanda milletin moral motivasyonunun, direnme azminin ve adalet inancının ifadesidir.
Fakat teknolojiyi de bir kenara atmış değiliz. Türkiye’nin son günlerde duyurduğu yeni bir savunma ürünü dikkat çekiyor: TALAY. Bu, adeta su üstünden kayarak gelen bir ölüm meleği. Kamikaze deniz İHA’sı olarak tanıtılan bu sistem, 200 km/s hıza ulaşabiliyor, 300 km menzile kadar görev yapabiliyor ve su yüzeyinin sadece 30 cm üzerinde hareket ediyor. 60 kg’lık toplam ağırlığının yarısı kadar (30 kg) bir patlayıcı başlık taşıması, onu hafife alınamayacak bir tehdit haline getiriyor.

Yapay zekaya sordum, dedim ki: “TALAY’lar ABD savaş gemisine zarar verir mi?” Şu cevabı verdi:
“TALAY, radarın altından süzülüp 30 kiloluk patlayıcıyı 200 km hızla yapıştırırsa, evet, zarar verebilir. Küçük-orta boy gemilerde delik açar, liman altyapısını dağıtır, radar veya silah sistemlerini çökertir. Ama bir Nimitz sınıfı uçak gemisini batırmasını bekleme. O iş Hollywood’a kalsın. Yine de, bir sürü TALAY dalarsa, destroyerler falan başını kaşır.”
Bu yoruma katılmamak elde değil. Etki potansiyeli var ama sistemin asıl gücü, sürü halinde saldırma kabiliyetinde yatıyor. Yine de bunların tam anlamıyla caydırıcı hale gelmesi için seri üretim şart, o da birkaç yıl alacak gibi.
TALAY’ın yanı sıra, dün ilk kez bir fuarda sergilenen TAYFUN füzesi de dikkatleri üzerine çekti. Roketsan tarafından geliştirilen bu balistik füze, ilk atış testlerinde 561 km’lik menzile ulaşarak Türkiye'nin bugüne kadarki en uzun menzilli füzesi oldu. Tayfun, kısa sürede hazır olabilen mobil fırlatma sistemi ve yüksek isabet oranıyla bölgesel caydırıcılık açısından kritik bir adım. ABD’nin Orta Doğu’daki üsleri ya da İsrail’in hava savunma merkezleri gibi hedeflere ulaşabilecek menzili olması, dengeleri değiştirecek bir potansiyele işaret ediyor.
Bu güç dengesine bir diğer katkı da Altay ana muharebe tankından geliyor. Seri üretim sürecine giren Altay, hem modern kompozit zırhıyla hem de dijital savaş sistemleriyle kara kuvvetlerinin vurucu gücünü çağ atlatacak nitelikte. Yerli motorun entegre edilmesiyle dışa bağımlılığı azaltacak bu sistem, özellikle şehir çatışmaları ve sınır ötesi operasyonlarda caydırıcı rol oynayacak. Güçlü hareket kabiliyeti ve modern sensörleriyle artık sahada daha fazla söz sahibiyiz.
Bu noktada Baykar’ın geliştirdiği SİHA’lardan da bahsetmek gerekir. TB2, Akıncı ve şimdi Anka-3 ile birlikte Türkiye, dünyada kendi sınıfında özgün ve etkili İHA teknolojisine sahip birkaç ülkeden biri. TB2’nin dünya çapında yaptığı işler ortada: Karabağ’dan Ukrayna’ya kadar birçok cephede savaşın kaderini değiştirdi. Akıncı ise daha ağır mühimmat taşıyabiliyor, daha yüksek irtifalarda görev yapabiliyor. Şimdi bu güce TALAY gibi yeni sistemler, TAYFUN gibi menzilli tehdit unsurları ve ALTAY gibi sahaya basan çelik yumruklar da ekleniyor.

Ama unutmamak gerekir: Asıl mesele, bu teknolojileri hem yeteri kadar üretmek hem de stratejik şekilde entegre edebilmekte. Tek başına bir KAAN, bir TB2 ya da bir TALAY yeterli değil. Sistemler birbirini tamamlamadıkça, tek parça eksik olduğunda bütün plan çöker.

Velhasıl, Türkiye "softpower" bir ülke konumundan hızlıca "hardpower" bir ülke olma yoluna gidiyor. İsrail ve ABD ise bundan rahatsız. Suriye'de ki karışıklıklar ve istikrarsızlık Türkiye'nin yakaladığı bu hızlı ivmeyi yavaşlatmak ve zaman kazanmak. Çünkü istikrarlı ve güçlü bir Suriye Türkiye için büyük bir kazanç Siyonist akıl bunun farkında.
Bu savaş, yalnızca topla tüfekle değil; akılla, sabırla ve adaletle kazanılacak.
