Tarih yazmak Tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir hâl alır." Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
      Başlıktan da anlaşılacağı gibi bu yazımda tarih ilmini tarihe bakış açımızı ve tarihçi ile tarih yazarı arasındaki farkı ele alacağız. Tarih; geçmişteki olayları, yer, zaman ve failleri göstererek kaynaklara dayalı olarak sebep ve sonuç ilişkisi içerisinde inceleyen bilim dalıdır. Tarih biliminin 4 ana özelliği vardır;Yer belirtir. Kanıt kullanır. Objektif (tarafsız, nesnel) değerlendirme yapar. Zaman belirtir.Tarih ilmi olayları ele alış bakımından kendi içinde gruplara ayrılır. Olayları başkasından nakleden sorgulamadan ve sebep-sonuç ilişkisi kurmadan ele alınan tarihe hikayeci tarih denir.Sadece iyi ve faydalı olayları anlatan tarihe öğretici tarih denir Tarihi olayları tek bir sebebe dayandırmak yerine, dönemin toplumsal ekonomik siyasi dini kültürler yapılarını ayrıntılarıyla ele alıp sebep-sonuç ilişkisi içinde ve objektif bir biçimde inceleyen tarih yazım çeşidi ise araştırmacı tarih denir.
     Yukarıdaki bilgiler ışığı altında günümüze baktığımızda önüne gelen kendisine tarihçi ünvanı konduruyor. Toplumu kendi doğruları yönünde yönlendirmeye çalışıyor. Oysa tarihçi olabilmek çok meşakkatli bir iştir. Örneğin Osmanlı tarihini araştırıyorsanız osmanlıca Rusca,Arapça,farsça,Latince, Fransızca gibi batı dillerini ve alfabelerini öğrenmek zorundasınız ki kaynaklar üzerinde analiz yapabilesiniz.Bu milletlerin kültür kodlarını çağlarına göre bilmelisiniz.Tarihe yardımcı bilim dallarına hiç olmazsa orta düzeyde sahip olmalısınız. Bu konuyu çok uzatmak istemiyorum ancak bunlara sahip olmayanlar ancak tarih yazarı olabilirler.
     Günümüzde bu tarih yazarları hisseli harikalar kumpanyası gibi kendine yakın bulduğu belediyelerin programlarında ücreti mukabilinde arzı endam ediyor ve milleti yalan yanlış bilgilerle dolduruyorlar.Vatandaş da orada dinlediklerini yada sosyal medyada seyrettiği kısa videoları kahve köşelerinde heredot gibi anlatıyorlar. Hatta ulusal kanallarda anlı şanlı adamlar hayranı olduğu Sultan Abdulhamitin asılarak öldürüldüğünü ağlamaklı bir dille canlı yayında anlatabiliyorlar. Oysa Abdülhamit han 10 şubat 1918 tarihinde beylerbeyi sarayında hayata gözlerini yummuş şanına yakışır bir cenaze merasimiyle defnedilmiştir.
     Benim nacizane tarih anlayışım beş bin yıllık Türk tarihinde Türk devletleri yıkılmamış hükümetler değişmiştir.Türkiye Cumhuriyetide Osmanlı Devletinin devamıdır.Tuttuğumuz üç büyük takım bile Osmanlı döneminde kurulmuştur.Cumhuriyeti kuranlar Osmanlı Devletinin en gözde subaylarıdır. Bu genç cumhuriyet Türkiye'nin payına düşen 107,5 milyon altın Osmanlı lirası tutarındaki borcun ödenmesi için Düyun-u Umumiye İdaresi ile 13 Haziran 1928 tarihinde Paris'te bir anlaşma imzalanmıştır. Türkiye Düyun-u Umumiye'ye olan borcunun son taksitini, ilk dış borcun alınmasından tam yüzyıl sonra, 25 Mayıs 1954'te ödemiştir.
       Demem o ki tarihi bir olayı irdelerken olayın geçtiği tarihteki sosyal,kültürel,ekonomik ,diplomatik şartları bileceksin. Hatıralar tarihe ikincil kaynaklardır onları okurken subjektif olduğunu ve duygusallığı düşüneceksin.Bir hatıra kitabını okuyup tarihi şahsiyetleri yargılarsan hem tarihe hem o kişiye ihanet hem de kul hakkına girersin. Türk milletine kendi çapında hizmet eden atalarımı rahmet ve minnetle anıyorum. Oğuz han’dan  Sultan Alparslan’a Emir Timur’dan Sultan Yavuz’a Sultan Fatihten Sultan Abdulhamit’e Sultan Vahdettin’den Atatürk’e hepsine saygı duyuyorum.Atalarımızın borcuna  son kuruşuna kadar sahip çıktık ama miraslarına sahip çıkamıyoruz. Türk atasına sövmez Türk atasını sever .
Sağlıcakla kalın iyi haftalar.