Tahammül, bir yükü sırtına alıp taşımak; bir kimsenin güç durumlar karşısında dayanabilmesi demektir. İnsanlar hoşlarına gitmeyen durumlarda karşı tarafa tahammül etmeyi bir erdem olarak görürler.

Bizim gibi giyinmeyen ancak mahremiyet çizgisi içinde olan kişilere tuhaf tuhaf bakarız, onun bu farkına kafa sallar ve tahammül ederiz. Namaz kılarken ellerini bizim gibi bağlamayan birisini gördüğümüzde tek hak mezhep bizimki imiş gibi önce bir kafa sallarız sonrasında cami içinde ses olmasın diye tahammül ederiz. Kur'an ve sünnet çizgisi içinde bizim okuduğumuz kitapların dışında bir hocanın kitabını okuyan, bize kendi okuduklarından örnekler verdiğinde sözde ümmet için ses çıkarmayız ve tahammül ederiz.

Bizim gibi giyinmeyene, bizim gibi konuşmayana, bizim gibi namaz kılmayana, bizim gibi düşünmeyene, sakalını bizim gibi bırakmayana, başörtüsünü bizim gibi bağlamayana, bizim cemaatten olmayana, bizim partiden olmayana, bizim gibi oturmayana kalkmayana tahammül ederiz. Her tahammül sırtımızda bir yüktür. Her tahammül o kişiye karşı patlamaya ilave baruttur. Her tahammül karşımızdakini silmek, onunla diyaloğu kesmek için ilave bir bahanedir.

Peki ne yapmalı?

Hoşgörü, kendisininkilerle çelişse bile, başkalarının düşünce ve kanılarını özgürce dile getirmelerinden rahatsız olmama, onların geçerliliklerine karşı tepki göstermeme durumudur. İnsanlarla olan farkımıza hoşgörü ile yaklaşırsak sırtımızda yüklerle dolaşıp yorgun düşmeyiz.

Biz Müslümanlar olarak Ehli Sünnete karşı hoşgörülü olmayı öğrendiğimizde yeniden ümmet olabiliriz. Peki bizim hoşgörü sınırımız olmalı mı? Dinin cevaz gördüklerine dikkat ederek bu dini yaşayan herkese karşı hoşgörülü olmak icap eder. Herkes yardım derneğinde çalışmaz, herkes sefere çıkamaz, herkes eğitim veremez, herkes gençleri organize edemez, herkes sportif aktiviteler yapamaz, herkes tasavvuf ile ilgilenemez, herkes hafız olamaz, herkes siyaset yapamaz... Herkesi tek kalıbın içine koymak doğru da değildir. Peygamber Efendimiz (Salat ve Selam üzerine olsun): "Hoş gör ki hoş görülesin." (1) buyurarak bize doğru metodu vermiştir. Biz karşı tarafa hoş görü ile yaklaşırsak bize de hoş görü ile yaklaşılır. Biz karşımızdakine fikirlerini anlatma fırsatı verirsek karşımızdaki de bize fikirlerimizi anlatma fırsatı verir. Ortada bir yanlış varsa bu durumda iki taraf da doğruyu bulmuş olur. Ortada bir yanlış anlaşılma veya ruhsat varsa bu durumda iki tarafa hamallıktan kurtulmuş olur.

Ancak Allah Teala'nın izin vermedikleri ile ilgili ne hoşgörümüz olabilir ne de tahammülümüz!

Müslümanlar, İslami cemaatlere tahammül edemez ancak LGBT'yi hoş görür oldu. Müslümanlar, İslami vakıflara tahammül edemez ancak Kemalist zihniyeti hoş görür oldu. Müslümanlar diğer hak mezheplere tahammül edemez ancak Hristiyan, Yahudi veya Budistlerin hakim olduğu birlikleri hoş görür oldu.

Oysa bizim Peygamberimize (Salat ve Selam üzerine olsun) Mekke'nin fethinden önceki akşam görüşmeye geleneleri "Ebu Sufyan ve Aiz bin Amr" diye takdim ettiklerinde itiraz etti ve "Bunlar Aiz bin Amr ve Ebu Sufyan'dır. İslam, daha izzetlidir. İslam yücedir, onun geçilmez (2) diye düzeltmiştir.

Rabbim tüm Müslüman kardeşlerimize karşı hoşgörülü olmayı bizlere nasip etsin. Amin

Allah'ın (cc) kulu, Ümmet-i Muhammed'den, kardeşiniz İlyas...

1. İbn Hanbel, I, 249

2. Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan,Ümmet Gerçeği, 53