Düşünün ki ocakta yemek pişiyor ve artık sona yaklaşılmış, biz de yemeğe tuzun konması gerektiğinin unutulduğunu veya bilinmediğini hissettik. Bu konu ile ilgili uyarıyı ne zaman yapmalıyız? Yemek pişerken mi? Piştikten sonra mı? Yemek pişerken "kardeşim yemeğe tuz koydun mu?" diye sorsak, karşımızdaki de "şimdi sırası mı önce yemeği pişireyim, meşgulüm "dese ne kadar mantıklı olur? Bazen de aşçıya hiçbir şey sormadan kendi kendimize yorumlar yaparız. Yılların aşçısı yemeğe tuzun konması gerektiğini biliyordur, boş ver. Güya aşçı olmuş hala yemeğe tuz koyması gerektiğini bilmiyorsa biz ne yapalım? Koskoca aşçı yemeğe tuz koymamışsa vardır bir bildiği. Bu aşçı yemeğe tuz koymadı, farklı bir mutfaktan, bir daha bu aşçıdan yemek yemeyelim... Oysa bizim dinimizin emirlerinden birisi de "EMR-İ Bİ'L-MA'RUF NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER" değil midir? İyiliği emredip kötülükten sakındırmak... İyilik olarak tercüme edilmiş olan "Ma'ruf", Kur'an ve sünnete uygun düşen, yani şeriatın emrettiği demektir. Yine kötülük olarak tercüme edilmiş "Münker" ise şeriatın yasakladığı, haram olan işlerdir. Bu emir farzdır. Farz-ı kifayedir. Konu ile ilgili bilgisi olanların yapması gereken önemli görevlerden biridir. Bu görevi yerine getirmezsek, toplumda "yanlış" kabul görmeye başlar. Her yeni taviz başka bir tavizin doğmasına neden olur. Kabul görülmüş yanlışları düzeltmek ise yanlışın başlangıcını düzeltmekten daha zordur. "Şimdi düğün zamanı insanlar demoralize etmeyelim" diye diye düğünlerimiz, islam olmayan toplumların düğünlerinden farksız oldu. "Faize gelene kadar bir çok mesele var" diye diye faizden ziyade faizin miktarını konuşur olduk. Okulda çocuklarımız, matematiği faiz problemleri ile öğrenir oldu. Şimdi seçim zamanı, şimdi düğün zamanı, şimdi işi yeni kurduk, henüz daha çocuk, şimdi cenaze var, şimdi gençler, şimdi askere gidecekler... Tüm bunlar tam da hataların yapıldığı zamanlar. Tam da yemeğin tuzunun hatırlatılması gereken zamanlar. Rabbimiz Teala, bizleri kitabında tarif ederken: "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz..." (1) diye buyurmaktadır. Peki bu farzı yerine getirmedik o zaman ne olur? Peygamber Efendimiz (Salat ve Selam üzerine olsun): "Bana hayat bahşeden Allah'a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez" (2) buyurarak adeta ikaz ediyor bizleri. Böyle uyarılar yapılınca çoğunluk tarafından sevilmeyebiliriz ve bu durum bizlere eziyet olur dersek, Kitabımızda Hazreti Lokman (selam üzerine olsun) oğluna nasihat ederken: "Yavrum, namazı gereği üzre kıl, iyiliği emret ve fenalıktan alıkoy. Bu hususta sana isabet edecek eziyete katlan, çünkü bunlar, kesin olarak farz kılınan işlerdendir." (3) şeklinde nasihatı herhalde sadece hikaye olsun diye anlatılmamıştır. Bu dünya rahatlık yeri olmayacak. İmtihanda rahatlık aranmaz. Rahatlığı hak edecek bedeller ödenir. Bizden öncekilerin ödediği bedelleri ödemeden güzel yerlere gelme hakkımızın olması adaletsizlik olur ve Allah Teala adildir. Rabbim bizlere, doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilecek celadet versin. Ödenen bedellere sabredebilmeyi bizlere nasip etsin. Amin Allah'ın (cc) kulu, Ümmet-i Muhammed'den, kardeşiniz İlyas... 1. Ali İmran suresi 104. ayet 2. Ebu Davud, Melahim, 16 - Tirmizi, Fiten, 9 - İbn Hanbel, V, 388 3. Lokman suresi 17. ayet