Deprem, sözlük anlamına bakıldığına; “ yer kabuğunun içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yer yüzeyini sarsma olayına” denilmektedir.
Yerin alt katmanlarında yaşanan doğal bir olayın yerin üstüne çıkıldığında yansıması da yaşattığı da bambaşkadır. Alt tabakada olanlar doğal bir süreç olsa da dünyanın üzerinde yıkılma, kırılma ve çatlamalar meydana gelir.
Bu sebeple de deprem, doğal bir afet biçimidir. Her ne kadar fay hatları bilinse de bu yaşanılan olayın kâinatın bir denge hareketi olduğu ilim olarak aşikârsa da yerin üstünde yaşanan sarsıntı, felaket ve yıkım yıpratıcıdır.
Derecesi yüksek olan bir deprem, çoğu zaman bir bölgenin, şehrin ya da bir evin yıkılması, kimi zamansa enkaz yığınına sebep olmasıdır.
Ve tabi ki bu, anlatılması imkânsız acıların geride kalanlarda yaşanmasıdır. Çoğunlukla tedbirsizliğin izlerini taşıyan felaketler, insanoğlunun belini büken yıkımlar, hüzünlerin sarstığı nice can…
Bahsettiğimiz deprem, doğal afet olan, insanların çoğunun farkında olduğu ancak tedbire dayanmadığı sarsıntıları anlatıyor. Peki ya deprem sadece yerin altında olan bir sarsıntıdan mı ibaret?
İnsanın dengesini bozan, şimdilerde en son kale aileyi enkaza çeviren, sosyal mecra, sosyal medya adı altında gençlerin ahlakını, ruh dünyasını sarsan, toplumda büyük küçük demeden tüm dengeleri alt üst eden deprem değil de nedir acaba?
Biri yerin alt katmanlarından gelerek yerin üstünü harekete geçirip sarsarken, diğeri dış kanallar yolu ile modernleşme, özgürleşme adına fıtratları bozarak insanı sarsma niyetinde.
Birinde sonuç olarak fiziki bir yıkım ve enkaz ver ortada, diğerinde ise yavaş yavaş dengeleri alt üst eden, sinsice bir yıkım var.
Doğal bir afetten korunmak için evinizi depremin şartlarına göre inşa etmeniz gerekiyor. Sosyal afetten korunmak için ise, evlerinizi manevi değerlerle inşa edip, ilim, irfan, ahlak ile donatmamız gerekiyor. Zahiren yaşanan depremlerde kayıp can değilse insanoğlu bir şekilde tutunup hayata yeniden inşa ederek başlangıç yapabiliyor.
Zira binanın yenisi, eşyanın yenisi konulabiliyor. Ancak manevi depremde ise; insanı ruhu, maneviyatı sarsılmışsa, toparlanması kolay olmuyor. Bozulan fıtrat ise kişi kendine gelemiyor. Dağılan, evi-hanesi, eşi, çoluk çocuğu, yuvası ise dengeler karışıyor, huzur yok olup gidiyor.
Gençlerimizin yaşadığı kimlik depremi ise, onları heba ediyor. Zinde olan en güzel yılları, çer-çöp oluyor. En verimli çağları, hiçliğe ve bir bilinmezliğe doğru sürüklenip gidiyor.
En delikanlı çağları oysa her şeyi en fazla yapabilecekleri, hayatı dolu dolu aşkla yaşayacakları bir zaman dilimi iken sosyal medyanın salladığı gençlik enkaz yığınına dönüyor. Nasıl ki depreme hal çaresi bulmak gerekiyor ki hayatta kalalım, manevi depreme de çare bulmak gerekiyor ki yaratılış üzere huzurla kalabilelim.
Kendimiz olalım, rüzgârın savurduğu bir yaprak misali yaşamaktan kurtulalım, hanelerimizi, muhabbet ile inşa ederken sarsılmaz ahlaki değerlerle sağlamlaştıralım, merhamet ve hoşgörü ile evimizi yuvalarımız kılalım.
Bir neslin en değerli hazineleri olan gençlerimize gözümüz gibi bakalım, aşk ile yetiştirip, ilim ve irfan ile süsleyelim, kabiliyetlerinin farkında olup yeteneklerini keşfetmelerini sağlayalım.
En büyük deprem yanı başımızda unutmayalım. Kadınların insan olduklarının unutulup sadece kadınsal özelliklerinin öne çıkarıldığı, yuvalarından uzaklaştırılıp anneliklerinin küçümsendiği, erkeklerin ise eril özelliklerinin yontulup prenses erkek haline getirildiği, evlatlarımızın ise özgür olacaksın diyerek aile bağlarından koparılıp fıtratları ile oynandığı şu ahir dönem, en büyük deprem!
Gözü olup görene, kulağı olup duyana, kalbi olup hissedene aşikârdır olup bitenler…
Sözün özü; “ Ne gelirse başımıza Hak’tandır; fakat geliş sebebi Hak’tan ayrılmaktandır.” ( Necip Fazıl KISAKÜREK)
Sevda ÇEVİK