Ahmet Taştan yazdı

Yine İnegöl Belediyesi’nin bir kitap fuarı vaktiydi. Benim yoğun kitap okuma mevsimim gelmiş olmalıydı ki para verip aldığım kitapları bir anda okumak istiyordum. Bilirsiniz daha önceden okumadığım yazarlara da söz hakkı veririm hayatımda. Yeni bir kalem tanımak yeni bir üslupla yola çıkmak yeni bir hikayeyi bitirmek başka bir heyecan verir insana.

"Bir Direniş Hikayesi" idi kitabın adı. Kırmızı bir zemine fırçayla duvara yazar gibi yazılmış bu isim. Bir direnişi anımsatan sıkılmış yumruk kitabın ön sayfasını biçimlendiriyordu. Vedat Sağlam'dı yazarın ismi.

Yazarın kalemini beğendim. Olaylara yaklaşımı da hoşuma gitti. Kurduğu cümleler ve heyecan dolu satırlar, kısa bir zaman içinde beni sarıp sarmaladı. Okulda teneffüslerde okuyorken evde izlediğim dizi filmleri çekim gücüyle terk ettiriyordu.

316 sayfadan ibaret olan bu eser bir aşk hikayesi değildi ama bir aşığın hikayesiydi. İnancına, başörtüsüne ve okumaya aşık bir genç kızın hikayesini anlatıyordu. Bazı kelimeler çok soylu gelir bana, "direniş" bu kelimelerden biridir.

Vazgeçmeme, kararlılık gösterme, sabretme, taviz vermeme, kaçamak yapmamak, olduğu gibi görünmek ve öylece ölmek, gibi yakın anlamları da çağrıştıran saygın bir kelimedir direniş. Aynı köye giden iki farklı insanın bir otobüsteki yolculuğuyla başlar heyecan.

Şehrin karmaşasından, iki yüzlülüğünden bıkmış, Gökağaç köyünden uzun boylu ve yakışıklı, bıyıksız ve geniş omuzlu, şakaklarına aklar düşmeye başlayan kırk yaşlarında ama yaşına göre genç gösteren Edib’in başrol aldığı hikayeydi.

"Samimiyeti, bozulmamışlığı, kirlenmemişliği aramıştır şehir yaşamında yıllarca. Kentte yaşadığı sürece de bu özelliklere hasret kalmıştı hep. Hayattan ve arkadaşlarından birçok darbeler yemiş ama dürüst kalmayı asla terk etmemişti. O hala Anadolu olmanın olgunluğunu, doğduğu toprakların çocuğu olmanın bilincini taşıyordu benliğinde. Bozulmuşluğa karşı tek başına savaş vermekten de usanmıştı." şeklinde tarif edilen Edip Bey'in inançları biraz zayıftır.

Diğer kahramanımız da aynı köydendi. Babası yatalak, abisi özürlüydü. Küçük kardeşine de bakmak zorunda olan annesi zor zahmet geçiniyordu. Böyle bir durumda Tıp fakültesi son sınıfta okurken başörtüsü yasağı sebebiyle fakülteden atılıp köye dönen Zehra idi.

Zehra, arkadaşları ve kardeşleri başörtüsü yasağına karşı direnmişlerdi gurbet eli Ankara’da. Kimi Kırşehirli,  kimi Trabzonlu, kimi Sinoplu, kimi Maraşlı idi bu genç kızların. Zorluklar altında okumuşlar ve üniversiteyi kazanmışlardı burada da zor zahmet geçiniyorlardı. Ne zaman ki başörtüsü yasağı uygulandı artık onlar için günün aydınlığı gecenin karanlığı gibi olmuştu.

Kitabın üslubu ve anlatımı çok hoşuma gitti. Bir zamanlar ülkemizde en acı biçimde yaşanmış sosyal ve siyasal olaylar, üniversite öğrencisinin yaşadıkları üzerinden anlatılıyordu. Dini bilgileri okuyucuya aktarmak maksadıyla yazılmadığı belli. Çünkü ağırlık merkezi o değil. Fakat hem okulundan atılan hem de annesinden niçin okumadın diye dayak yiyen bir genç kızın ızdırap dolu hikayesi. Kendi köyüne yıllar sonra dönmüş Edip isimli farklı kültürün insanı ile tanışması onun evini temizlemeye giden annesi Dudu kadının vesilesiyle olur. (Yarın devam edecek İnşallah!)