Adını bile zor telaffuz ettiğim ve haritada yerini bir türlü bulamadığım Gambiya'da, Ramazan'ın dördüncü günüydü. Senesi aklımda değil. Çölün ortasında, termometreler 53 dereceyi gösteriyordu. Yolcu olmamıza rağmen, yerlilere ayıp olmasın diye orucumuzu bozmuyorduk.
Ayakkabıdan daha sert nasırlı ayaklarının altlarıyla, kara derili, inci dişli, pamuk yanaklı çocuklarla oynuyordum. Elimdeki rengârenk şeylerle dolu poşete kilitlendiler. O kara yüzlerdeki bembeyaz gözler; merak, beklenti ve şaşkınlıkla parlıyordu. Etrafımı sarıp, ellerimdekileri daha yakından görmek için adeta birbirlerini eziyorlardı.
Bir anda kendimi bir çekim merkezi gibi hissettim. "Sıraya girin, itişmeyin!" diye seslendim. Sonra ses tonumu yükselttim, "Hepinize yetecek kadar var, telaşa mahal yok!" Beni anlamıyorlardı, tıpkı benim de onları anlamadığım gibi. Resmi dilleri İngilizce olsa da 15 civarında yerel dil konuşuyorlardı. Sesimi daha da yükselttim, sanki bu sefer anlayacaklarmış gibi.
Neyse... Elimdekileri herkese dağıttım. Herkesin elinde rengârenk, plastik bir malzeme vardı. Az önce bağıran, telaş eden, sevinen ve hoplayan çocuklar aniden sustu. Şaşkınlıkla bana bakıyorlardı. Ben de onlara. Bir süre öylece bakıştık. Tercüman ortada yoktu. Bir videoyu duraklatmış gibi, her şey bir anlığına durmuştu. Anlamaya çalıştım, ama ne olduğunu çözemedim. Az önce neşeden yerinde duramayan bu çocuklara ne olmuştu?
Çocuklar bir bana, bir de ellerindeki malzemeye bakıyorlardı. Malzemeyi ağızlarına götürüp çiğnediler, ama yenilecek bir şey olmadığını anladılar. Ellerini çektiler. Baktılar ki bu madde yumuşak, esniyor, yenilmiyor, içilmiyor, her şekle giriyor ve rengârenk. Dağıttığım şey, bizim ve çocuklarımızın gözünde hiçbir karşılığı olmayan bir balondan başka bir şey değildi.
O an fark ettim ki bu çocuklar hayatlarında ilk defa balon görüyorlardı. Balonlar ellerinde öylece duruyordu, kimse şişirmiyordu. Nasıl şişireceklerini bilmiyorlardı. Hayatında ilk defa balon görmüş bu çocuklara, uygulamalı olarak nasıl şişirileceğini gösterdim. Balonun ağzının nasıl tutulacağını, nefesin nasıl alınacağını, balonun içine üfleneceğini ve ağzının nasıl bağlanacağını anlattım.
Beş dakika sonra tüm balonlar şişmişti. Manzara görülmeye değerdi. Şişirdikleri balonları havaya kaldırıp sallamaya başladılar. O an etrafımdaki yüz civarında çocuk bir anda yok oldu. Şişirdikleri balonları ailelerine göstermeye gitmişlerdi.
Zafer kazanmış bir kumandan edasıyla gölgeliğe geçip oturdum. Dünyanın bir ucunda çocukların elinde son model cihazlar, diğer ucunda ise ilk defa balon görenler... Bir yanda karnını doyurmak için 53 derece sıcaklıkta bekleyen çocuklar, diğer yanda çocuğunun eline cihazı verip, "Ay, bu cihaz olmadan yemiyor benimki" diyen ebeveynler...
Ve okullar açıldı. Bir yanda "Hangi okula gitsin?" telaşı yaşanırken, diğer yanda gidilecek bir okulun bile olmaması... Bir yanda yokluğun ve yoksulluğun zirvesi yaşanırken, diğer yanda varlığın ve zenginliğin şımarıklığı...
"Öyleyse, Rabbinizin hangi nimetini inkâr edeceksiniz?" Bu kelam çınladı kulağımda. Karmaşık duygular içindeyim. Beni ziyarete gelecekler, lütfen rengârenk balon getirmeyi unutmayın.
Selam ve dua ile