“ Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi; ekip biçip gidecektik…”

( Cahit ZARİFOĞLU)

Dünya; yeryüzü, fani olan, geçici olan âlem. İnsan bir yolcu misali geçip gidiyor ve giderken kendi azığını da yanında götürüyor. Yol bu, bazen yokuş tırmanman gerekiyor, bazen akıp gidiyor, engebe de oluyor çukur da, yolun durumunu ayarlaman sana bağlı değil ki… Ancak yoldaki gayretin, çaban, azmin, sabrın ve metanetin sana bağlı elbette. Yolcu aceleci, hırslı, bencil, kibirli ve kindar ise yol aldığı mekânlara bakışı da öyle oluyor. Hal böyle olunca penceresi kirli olan yolu da kirli buluyor. Bakış açısına göre değişiyor hayat ve anlamı… Yolcu, sabırlı, gayretli, azimli, mütevazı, hoş görülü ve sevgi dolu ise yolların seyrine doyulmuyor. Tertemiz bir pencereden dünyaya bakan gözler, dünyayı farklı okuyor.

Belki de yolcunun işi “sabret, şükret ve seyret”, kavramları üzerine eğilmesinden ibaret. Sabır; bir duruş, direnişle beklemek, gayret ile beklemek, kıyamda beklemek değil mi? Hayatın tüm zahmet ve zorluklarıyla mücadele etmemizdeki en gizli sır değil mi? Sabırla yoğrulur insan, hamken pişer sonrası ise yanmak. Yanmayan anlar mı bu gizemi? Sabrın sonu selamettir elbet, her zorlukla iki kolaylık vadeden Kâinatın Sahibinin buyruğunca… Bu sebeple önce sabırla başlar yolcunun hikâyesi.

Yeri gelir dünyanın telaşesinde rızkını kazanmak için sabreder, yeri gelir hayatın meşgalesine sabreder, yeri gelir özlem çeker sevdiğine kavuşmada, yeri gelir evladını güzel yetiştirmek için sabreder, kimi zaman yokluğa sabreder, kimi zaman varlıktaki çokluğa ama işi hep sabırdan geçer. Yol hikâyesinde nice nimetler kendine ihsan olur, ikramlar sunulur, sevdasına kavuşur, bolluk ve rahatla sınanır. Bu sefer iş şükretme faslındadır. Şükrederse nimeti artar, huzuru artar, bereket ile hanesi dolup taşar.

Nankörlük ederse elindekinden olduğu gibi, bereketten de mahrum olur. Şükür, elindekinin artarak çoğalmasına sebep olduğu gibi hayatını da anlamlı kılar. Rabbi ile olan bağını güçlendirir, rıza makamına talip kılar yolcuyu… Sonra ki fasıl; seyretmek, dünyayı, hayatı, yolu, yolcuları, kendini ve kâinatı seyir. Belki de insanı mest eden, tefekkür âlemlerinde seyahat ettiren, coşku, muhabbet ve manayı hissettiren kısımdır. Ruh arayışının huzurunu yaşarken, gönül şifasını bulur, ilahi aşkın güzelliği ile insan, kendini unutur.

Kendinin âlemin bir parçası olduğunu seyreder, kendini bulmanın ve kendine gelmenin haline bürünür. Bakan gözler, görmenin hazzını yaşar, zira bakıp da görmemek, duyup da işitmemek durumundadır kimi insanlar. Seyir de keşif, aramak ve bulmak, gözün ve gönlün doyması mümkündür ve bu sebeple seyretmelidir insan. Ancak bu hal, yavaşlamakla olur, hız ve acele en büyük düşmanıdır yolcunun…

İnsan; ne ile meşgulse ondan ibarettir aslında. Ömür sermayesini nasıl harcıyorsa onunla yoğrulur hayat yolculuğunda. Hayatı da kendi de onunla şekillenir, umudu, idealleri, hayalleri, zevkleri hep uğraştığı ve dert edindiği şeyler üzeredir. Şan ve şöhret derdindeki insan onunla hayatını heba eder ve ömrünü ona harcar. Para, mal mülk, servet derdindeki ise gece gündüz demeden hırsla onu kazanmanın hesabındadır. Arzu, heves, şehvet derdindeki zavallı ise hayatı boyunca bedeninin zevkine düşer durur.

Derdi ne ise dünyası da odur insanoğlunun. Kâinatın numunesi olduğunun idrakindeki insan için hayat bambaşka anlamlar taşır. Önce kendini keşfeder, sonra kâinatı seyreder, hakiki manayı anlamak için çaba sarf eder. İlmi ve anlayışına göre fark eder, idrak ettikçe dünyasını derdi için mesken eder.

Erenlerin tabiri ile “ Derdi dünya olanın dünyası dert olur.” Dünyanın geçiciliğine kanmayan kalp içinse terk-i dünya” olur. Hayatını ilk emirde olduğu gibi “ oku” maya, anlamaya, yaşamaya, davası uğruna ömrünü adamaya çalışır. Ve böylelikle inandığı gibi yaşar ve davası ile şekillenir.

Sözün özü; “ Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” ( Hadis-i Şerif)

Sevda ÇEVİK