Soğuk Savaşın ardından Amerika, Wolfowitz Doktrinini yürürlüğe koydu. Bu doktrin, dünyada kalan tek kutbun Amerika olduğu gerçeğinden yola çıkarak hazırlanmıştı ki pek ala haklılardı. Bu doktrine göre ABD’nin bütün stratejik hamleleri tek bir amaç gütmeliydi: Tek kutbu mutlak suretle korumak. Başka bir kutba izin verilemezdi, Amerika’nın bütün kurumları ulusun dünyaya aslî yön verici özelliğini korumak için çalışmalıydı.
İsmet Özel gibi düşünürlerin Amerika’yı bir öcü olarak görmesinin sebebi buydu, Amerika’nın panzehiri olan SSCB gözlerinin önünde yıkılmıştı ve ABD bütün heybetiyle denizin ötesinde tahkim edilmiş kalesinde oturuyordu. Artık istediklerini yapabilirlerdi; sermaye, askeri güç ve kültürel hegemonya onların elindeydi. Irak’taki savaş vasıtasıyla da Vietnam Sendromundan kurtulduklarını dünyaya göstermişlerdi.
Rusya, SSCB’nin ardından sosyo-kültürel ve ekonomik yapısını yeniden tanzim etmekle uğraşıyordu. Ayrıca kendilerinden pek fazlası toprak alan Kazakistan ve Ukrayna meseleleri daha sonra görülmek üzere sineye çekilmişti. Kazakistan asimile edilecek, Ukrayna’da ise süreç şu anki duruma sürüklenecekti. Bu süreçlerin arasında Çeçenistan çatışmaları da çıkınca Rusya sahneye çok geç dahil olacaktı. Çin ise SSCB’nin ardından aynı kaderi paylaşmak istemedi ki iktisat alanında öncü atılımlar yaparak kendilerine has bir ekonomik model kurdular.
Avrupa ise SSCB’nin ardından Doğu Bloğunda işleri yerine koymak, Sovyet Rejiminden kalanları temizlemek, Liberal değerleri bu devletlere yaymak gibi nosyonlarla ilgilendi ki bunda pek başarılı oldular. 1991’den bu yana Avrupa yeni yeni toparlanmıştı ki bu gerçekten hızlı bir kalkınmaydı. Doğu Bloğu tam anlamıyla olmasa da Liberal Değerlere entegre olmuştu. Ancak şimdi Rusya-Ukrayna savaşı onları bu refah devletlerini ve liberal değerleri bir kenara bırakıp cepheye çağırıyor.
ABD, Wolfowitz Doktrinini uyguladı ancak beklediği sonuçları elde edemedi. Neden edemediği çok daha kapsamlı bir araştırmanın konusu. Ancak bunun resmi olarak sona ermesi” yeni yeni gözler önüne seriliyor. İlki, Ukrayna ve Avrupa’nın ABD tarafından kaderine terk edilmesi. Trump, Zelenski ile görüşmesinin ardından Putin ile Alaska’da samimi bir görüşme gerçekleştirmişti. Bu onun küresel ölçekte yeni bir çatışma istemediğinin bir göstergesiydi.
İkincisi, Trump’ın İsrail-Hamas çatışmalarını bitirme iddialarını gerçekleştirememesi. Bu mesele ABD’nin kamuoyundaki güvenini oldukça zedeledi, bu zedelenmiş itibarı ise İran’ı bombalayarak geri kazanmaya çalıştılar. Üçüncüsü ise ilginç gelebilir ancak New York’ta Müslüman bir Sosyal Demokratın seçimi kazanması artık Amerika’nın 2000’li yıllardaki istikametinden ciddi bir biçimde ayrıldığını gösteriyor.
Çin’in ekonomik ve deniz kuvvetlerindeki güçlü ilerleyişi de ABD’nin kutbunu sorgulatıyor. Dördüncüsü de Amerikalıların “Yahudi Lobisi” denilen kavramla son bir yıldır çok haşır neşir olmaları sonucunda ülkelerinin kurumlarına olan güvenlerinin bir nebze zedelenmesi.
Rusya’nın NATO Hava Sınırları içerisinde drone ve jet uçağı kullanma faaliyetleri de göz önüne alındığında ABD’nin eli kolu bağlı olduğunu düşünüyorum. “Uyuyan Dev” metaforu halen geçerli, Çin ve Rusya’nın ABD’ye kafa tutacak gücü henüz yok. Ancak ABD bu iki rakibine karşı büyük kayıplar vermeden zafer kazanamaz. Bu süreçte son 6 aydır Japonya’nın yeniden silahlandığını ve militarize olduğunu da eklemek gerekiyor.
Kısacası genel çerçeveye baktığımızda şu anda Doğu’nun yükseldiğini, Rusya’nın Ukrayna’nın ötesine geçmek istediğini ve Avrupa’nın da odağını bu savaşa yönelttiğini görüyoruz. Rusya ve Çin ittifakını (Bu ittifak ne kadar mümkün?) Avrupa ile karşı karşıya getirecek bu süreçte Amerika iki tarafla çıkar ilişkisi mi güdecek bilemiyoruz. Ancak ABD’nin şu anda dünyanın pek çok yerindeki istikrarsızlığa bilinçli bir şekilde dur demiyor olduğunu varsaydığımızda bile itibarının büyük oranda zedelendiği ortada.
Ankara’nın bu süreçteki tutumu açık ve net. Her tarafla pragmatik ilişkiler geliştirmek. Ancak bu yazımda farklı bir sonuca bağlanmak istiyorum, bu çok kutuplu dünyanın arasından sıyrılabilme imkânından bahsetmemiz lazım.
Bu çok kutuplu dünya yaşadığı pek çok sosyolojik ve kültürel problemi çözememekte. Yaşanan problemlerin belki de önemli bir kısmı bununla ilişkili. Kararsızlık ve bilinmezlik çağında Anadolu sahip olduğu maneviyat ile kutuplar arasından parlayabilir. Silahlar yahut bombalar ile değil; müzakere, ilim ve diplomasi ile.
Dünyanın sıyrılamadığı sermayenin ve makinenin ruhuna alternatifin oluşturulmasının vakti geldi de geçiyor, bu topraklarda çok görkemli ve serin çınarların yetişeceğine eminim. Sadece peşinden koşturmamız gerekiyor.
ALİ KURNAZ