Fransız Filozof Bernard Stiegler, “Techne” felsefesinde çok önemli bir hususa dikkat çekmiştir: Bütün insanlık birbirine “teknik” vasıtasıyla bağlıydı. Teknik, insanı insan yapan şeyler bütünüdür. İnsanın bedenine bir anlam sarf eden ve onu bir yığın olmaktan çıkaran şeye teknik deriz. Bu bağlamda din, kültür, medeniyet ve devlet bizim teknik biçimlerimizin başat ögelerindendir. Philo’yu okuduğumuzda ise Semitik Dinlerin yani Hristiyanlık, Yahudilik ve İslâm’ın birbirlerine çok sıkı sıkıya bağlandığı görülür. Bu üç Semitik Din devamlı birbirini etkilemiş ve asıl vücutlarını bu biçimde kazanmışlardır. Philo bunun en net örneğini bizlere verecektir.

Philo’nun doğum tarihi hakkında net bir bilgiye sahip olmasak bile M.Ö 1 ve M.S 1. Yüzyıllar arasında yaşadığına inanılmaktır. Bu bağlamda İsa Peygamberin çağdaşı olduğu düşünülür. Philo, Mısır’da bulunan Yahudi topluluğunun önde gelen âlimleri arasındaydı. Mısırlı Yahudiler, Mısır’ın entelektüel birikiminden oldukça etkilenmiş ve düşüncelerini buna göre taksim etmişlerdir. Philo’da bunun en olgun karşılığı olmuştur.

Philo’nun ortaya koyduğu en önemli kuram, Eski Ahit (Zebur) ile Antik Yunan Felsefesini paralel okumayı başarabilmesidir. Bu paralel okumayı da politik, ontolojik, metafizik ve bazı noktalarda epistemolojik biçimde yapabilmesidir. Philo’nun ortaya koyduğu düşünce biçimine kitabî felsefe yani Skolastik Felsefe denir. Kutsal Metinden bu felsefi alanlara yönelmek İslâm’ın Altın Çağının da gündemi olmuştur. Bu bağlamda Skolastik Felsefe hangi din üzerinde kendisini göstermişse üç ögeden oluşur: Kutsal Metin, Gelenek ve Antik Yunan Düşüncesi.

Skolastik Felsefe zannımca üç şahsiyet tarafından yıkılmıştır: Doğu’da Gazzali, Batı’da ise Spinoza ve Hobbes. Bu üç isim bu durumda Modern Felsefeyi başlatmıştır. Batı’da Modern Felsefeyi başlatanın Spinoza olduğu zaten Tarihçi Wolfson tarafından ortaya konmuştur. Bu iddiamızı biraz detaylandırmak gerekmektedir.

Bir binayı yıkmak için binanın zayıf noktalarını, mimarisini ve yapısını çok iyi bilmek gerekmektedir. Yani binayı yıkmak için binayı yapan kadar mimari bilgiyle donanmanız elzemdir. Bu bağlamda Skolastik Felsefeyi yıkmak için bir Skolastik Filozof kadar bu sistemi tanımak mecburiyetindesiniz.

Gazzali’ye çok hatalı bir biçimde atfedilen “Doğu’da felsefeyi bitirdi” unvanını ele almak gerekir. Sanırım herkes Gazzali’nin Doğu Medeniyet birikimimde büyük dönüşümlere sebebiyet verdiğini anlamıştır. Ancak bunun doğrudan “felsefe” olarak adlandırılmasını doğru bulmamaktayım. Tek bir kişinin doğruca felsefeyi az sayıda eserle bitirebiliyorsa zaten felsefenin yapısında bir problem bulunmaktadır. Anlaşılmaktadır ki Gazzali bütünüyle felsefeyi bitirmez, Skolastik yani Kitabi Felsefeye farklı bir yorum getirir. Denklemimizi hatırlatalım: Kutsal Metin, Gelenek ve Antik Felsefe.

Gazzali, bu denklemden Antik Felsefeyi büyük oranda çekmiştir. Bunun için de pek değerli bir Antik Felsefe birikimine sahip olduğunu ortaya koymak gerekir. Gazzali’nin Aristo ve İbn Rüşd üzerinden gerçekleştirdiği tenkitler de buraya işaret eder. Gazzali, Antik Yunan üzerinden kurgulanan bir felsefe anlayışına karşıydı. Yerine bir alternatif öneremediği için bu İslâm’ın Altın Çağının sonu oldu. Kendisinden sonra gelecek Spinoza ve Hobbes bu hataya düşmeyecekti.

Hobbes ve Spinoza’da tıpkı Gazzali gibi eleştirdiği şeyi çok iyi bilmektedir. Çok üzerinde durulmasa bile Hobbes’un eseri Leviathan’ın neredeyse %60’ı Kitabı Mukaddes’ten alıntılardan oluşmaktadır. Spinoza’nın Teolojik-Politiği zaten Eski Ahit-Yahudi Geleneği üzerinden kurgulanmaktadır. Hobbes ve Spinoza ise bu denklemden doğrudan bir şeyi çekmek yerine çok büyük ölçüde kırpmıştır. Bu üç ögenin üstüne ise aklı ve sorgulamayı koymuşlardır. Batı’nın düşüncede yoluna devam edip Doğu’nun edememesinin sebebi zannımca budur. Gazzali’nin kendisi ya da ardından gelenler onun bıraktığı noktadan yeni bir sistem kurgulayamamıştır. Bu da bizlere sonsuz bir durağan nokta teslim etmiştir.

Böylelikle 15. Yüzyılda Philo’nun ortaya koyduğu sistemden bir iz kalmamıştır. Ancak tekrardan gözleri Skolastik Felsefeye doğru yöneltiyoruz. Aristocu Mantığa yahut Feodal Yönetimlere değil, bilgiden sistem çıkarmaya zorlanmadığımız ve aklı put edinmediğimiz dönemlere bir yönelim gerçekleştiriyoruz.

Sorgulamanın herkese hiçbir engel olmadan açıldığı, sınırsız bilgi üretebildiğimiz ve bilgiden hakikat değil politik/diplomatik kaosların çıkarıldığı bir çağ ile bütün bilgilerin daha aşkın bir ideale büründüğü Orta Çağ’ın bilim adamlarına bir özlem duyuyoruz.

Rousseau, “Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev” isimli eserinin sonuç bölümünde bilginin bu denli herkese yayılmasından çok korktuğunu ifade ediyordu. Takipçileri bunu halkı aşağılamanın bir yolu olarak kullandı. Ancak Rousseau zannımca “bilmemek” istiyordu.

ALİ KURNAZ

Kaynak: gencgazete.net