Kâinat kitabı içinde bin bir hazineyi barındıran, güzellikleri sergileyen, renklerin ahenkle, uyumla dans ettiği, gözlerin seyre doyamadığı, ilmin hala çözmekte aciz kaldığı bir umman…

Hangi tarafa baksa insan hayret makamında kalakalıyor. Gök kubbe, sonsuzluk timsali deniz, renklerine doyulamayan çiçekler, yeşilin her bir tonunu üzerinde gösteren ağaçlar, saçtığın tohumu işleyen ve cömertçe ikram eden toprak, kelimelere sığmayan cümle âlem.

Kun fe yekûn emrinin tecellisi dünya ve nimetleri. Kâinatı imar ve inşadan sorumlu, tüm bu güzelliklerin bahşedildiği insanoğlu. Mevla’nın izzet ve ikrama değer bulup yaratılmışların en şereflisi olarak seçtiği insan.

Kendi değerinin farkında olamayan, yollarda yalpalayan, kimi zaman düşen, kimi zaman koşan, gel-git arasında şaşıp kalan, bir yanı toprak bir yanı su, Yaratıcının ruhundan üflediği mukaddes can.

Bir yolcu, gelip geçilen bir handa misafir. Ömür sermayesi, en büyük hazinesi elinde, onunla çıkar yolculuğuna. Kimi vakit uzundur yol, çetin, meşakkatli, tümsekli, yokuş yukarı, engebeli, kimi vakit; dümdüz, kıvrımsız, kısa ve kolaydır.

Ancak yolcu bu, eğer menzile ulaşmaksa niyeti, her ne olursa olsun vazgeçmemesi gerekir. Yola düşmek, yolculuğun her türlüsüne razı olmak demektir.

Sonuçta fanidir yol da yolcu da, gelip geçendir. Han Sahibi ne kadar müsaade ederse o kadardır misafirlik süresi. Bunu bilen kişi, yolculuğunu mukaddes sayar, azığı gayret, sabır, emek, şükürdür.

Yolculuğun tadını çıkarır, gördüğü manzarayı seyreder, tanıştığı insanlarla muhabbet eder, her anın kıymetinin farkındadır. Eninde sonunda menzile varılacaksa eğer, yolun keyfi çıkmalıdır ki onca zahmete değsin.

Yolda yarenini doğru seçmek gerekir ki, her durumda yol çekilsin, zahmet rahmete dönsün. Yaren şikâyet ehli ise, hikâye etmesi bitmeyeceği için yol meşakkati artar, yolculuğun keyfi kedere döner.

Yaren, seninle aynı yolda yürürken yeri gelir susmasını bilir, yeri gelir muhabbet deryasına daldırır. Yaren odur ki; hali ile seni yola sokar, kimi ise yoldan çıkarır.

O sebeptendir ki yoldaş paha biçilmez bir mücevher gibidir. Hali ile hâllenir, derdi ile dertlenir, şükrü ile şükre, zikri ile zikre, fikri ile fikre girersin. İşte o zaman yolculuğun anlamı bir başka olur, hayatın gayesine doğru yol alırsın.

İşe kendinden başlayanlar, yola girmeden önce farkındalığa ulaşanlardır. İnsan hep arayandır, kendini, hayatın anlamını, mutluluğu, huzuru, refahı, makamı, mevkii, parayı, iç huzuru, aşkı, sevgiyi…

Dervişlerin deyimiyle aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır, düsturunca, ömrü boyu bir arayıştadır insanoğlu. Kimi bulur aradığını, kimi dolanıp durur hayatı boyu, kimi de ümitsizce vazgeçer.

“ Kendini bilen, Rabbini bilir, ” sırrını keşfedenler için aramanın da bir usulü vardır. Mevlana’nın deyimiyle “ neyi arıyorsan, o’sun sen,”. Kendini doğru yerde bulanlar, ömür yolculuklarında da doğru istikamete yönelirler.

Zahmetlere katlanmayı, zorluklara sabretmeyi, güzelliklere şükretmeyi, hayatlarının prensibi haline getirirler. Kâinat kitabını seyrederken, hayret makamından rıza makamına, hamt makamına yol alırlar. Dünya imtihanın çilelerine “ Gam yok, Allah var “, derler, Rablerini kendilerine Yar edinirler.

Bu durum vesilesi ile çekilene sabır kolaylaşır, dertler, kederler, huzurda yok olur, sevince döner. İnsan hem kendinin hem de dünyanın farkına varır.

Baki hayatını, fani hayatı için heba etmez. İşte o zaman ömür sermayesini doğru kullanmış olur, her dem abat olur.

Sözün özü; “ Faniyim, fani olanı istemem, acizim aciz olanı istemem.

Ruhumu, Rahman’a teslim eyledim, gayrı istemem.

İsterim, fakat bir Yar-i Baki isterim.

Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim.

Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim. ( Bediuzzaman Said Nursi)

Sevda ÇEVİK