“ Nice insanlar gördüm üzerinde elbisesi yok, nice elbiseler gördüm içinde insan yok.” ( Mevlana)
Hayat dediğin bir var oluş mücadelesi. Anne karnında can bulan, doğumla dünyaya misafir olan, bir yolcu misali dolaştıran, bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik, ihtiyarlık derken ecel ile son bulan bir mücadele. Kimi zaman sıralama bu kadar düzenli gitmeyip ummadığımız anda da gelse de ecel, insanoğlu dediğin için hayat; Rahmet elçisinin de deyimiyle; “bir ağacın altında gölgelenme misali”. Gerçeklik bu olsa da nedense insanlar rüya âlemine takılıp kalmayı tercih ediyor. Her gün hakikat bir şekilde yüzüne çarpsa dahi, bu böyle olmaya devam ediyor. Dünyadaki varlığının farkında olanlar, kendilerine sunulmuş fani hayatı en güzel şekilde geçirmenin derdini taşıyorlar. Kimileri için ise hayat dediğin, oyun ve eğlenceden ibaret.
Modern zamanların en acı bakış açısı aslında bir nevi handikabı; yaşamı haz ve hız ile kısıtlamaya çalışması olarak karşımıza çıkıyor. Sanki insan sadece bedenden ibaretmiş gibi görülüyor. Ye, iç, zevk al, hazzı doruklarda yaşa, her şeyi anında tüket, kullan-at, kendinin değerini bil! Hızlı yaşa, gençliğin tadını çıkar, bedenin senin, karşındakini ve etrafını önemseme, kimse sana karışamaz, sen her şekilde ne yapmak istersen özgürsün, toplumun değerlerini hiçe say, hızlı ve hazlı yaşa! Sonrası mı?
Düşünme sen bunları, anın tadını çıkar, yaptığından utanma ve pişman olma! Nasihatlere kulağını tıka, büyüklerin masallarını dinleme, sen her şeyin en iyisini bilirsin, giyim-kuşamda rahat davran, kendini her türlü göster, sakınma hiçbir şeyden, çağdaş olmak bunu gerektirir! Bir sanatı icra ediyorsan gerekirse soyun, çıplak ol, önemli değil, sen modern bir hayatı yaşıyorsun, eskilere bakma, cahil onlar… Bakış açısındaki bozukluk yüzünden yozlaşan ve kaybolan bir nesil yetişiyor. Değerlerin kayıp gittiği bir toplumda yetişkininden çocuğuna kimlik kargaşası yaşayan insanlar... Sonrasında neden bu hale geldik? Şiddetten yakınmalar, sızlamalar, anlamsız ve ahlaksız ilişkiler, bunalımlı hayatlar.
Özgürlük algısının, sadece kendinde olduğunu sanan bencil anlayışların değişmediği, öz kimliğimize dönüş yapılmadığı sürece, bize biz yapan değerlerle donanmadığımız takdirde kendimize gelmemiz mümkün değildir. Gençlerimize sunulan, güzellik algısı; aynı tip giyinmek, çıplaklık ve maalesef estetik yapay bir görsellik, bakışların dahi aynı olduğu suni bir duruş, tavır ve özenti dolu bir hayat. Oysa gözler kalbin aynası değil midir? Gönül kör mü olmuştur ki bakışlar şaşı olmuştur. Bakmakla görmek arasındaki ince çizgiden bihaber çağdaş insan, robot misali tek tip insan olmayı tercih etmekle kendi gerçeğiyle ters düşmüştür. Şikâyet etmek kolay olanı, asıl mesele çözüm arayışında olmaktır.
Aramakla bulunmaz belki ama bulanlar arayanlardır. Mesele dert edinmek ve derdimizi severek gayret etmektir. Gençlik; kendisine sunulan sanal gerçeklikten hakikate yüzünü çevirmiş durumdadır. Neslimizin yetişmesi, bizlerin özümüze dönerek, emek sarf etmesi ile mümkündür. Mümince duruş, inancın gereğini amelle süslemek ve temsil etmekle olur. Sadece nasihat, kuru bir kalabalıktan ibarettir. Bu durum gençlerimiz için bir anlam ifade etmemektedir. Modern gençlik, karşısında inandığını şüphesiz savunan, yaşayan ve bundan gurur duyan cesur Müslümanları gördüğünde ancak örnek alacaktır. Kendinden emin, kendisi emin, elinden dilinden emin olunan, özü sözü bir şahsiyetler, insanlığın yolunu açacaktır.
Hayat kitabımız bize ışık saçarken, Rahmet Elçisi, yolumuza rehberlik ederken hala yoldan habersiz olmamız nahoştur. Düzelmeye önce şahsımızdan başlamalıyız. Harekete geçtiğimizde bizimle beraber ailemiz, çevremiz ve toplumun da değiştiğine şahit olacağız. Sadece zahire aldanırsak manayı kaçıracağımız aşikârdır. Bazen en şaşalı elbiseler içinde kayda değer insanlar olmadığını görürüz. Bazen de yırtık elbiseler içinde insan gibi insan dediklerimiz karşılar bizi.
Sözün özü; “İnsan vardır, fark edilmez süsünden. Kimi farksızdır, koyun sürüsünden. Her gördüğün şekle kapılma, insan anlaşılmaz görüntüsünden.” ( Ömer HAYYAM)
Sevda ÇEVİK