İnegöl’ün tanınmış simalarından Nurullah Eren’in oğlu Ahmet Faruk Eren, Üniversite eğitimi gördüğü Samsun’da vefat etmişti. Ahmet Faruk, İnegöl’de kılınan cenaze namazının ardından hastane mezarlığına defnedildi. Ahmet Taştan köşe yazısında Ahmet Faruk Eren'i yazdı.

HAKKA YÜRÜYEN GENÇ

Yüreğinin ortasına ateş düşmüş adam, acıyı yazmaya niyetlendi. Son günlerde acı, yüreğinin etrafından bir nebze olsun ayrılmıyordu. Bu sefer tanıdığı/bildiği bir gencin vefat haberi ile sarsıldı.

Bu dokunuş, gözlerinin nemlenmesine ve göz yaşlarını inci tanesi gibi süzülmesine sebep oldu. Kendini tutamadı. Acının somutlaşıp kristale dönüşen haliyle gözlerine çöktüğünde ön safta cenaze namazını eda edecekti. Helal olsun, iyi biliriz nidalarıyla inledi cami avlusu. Neden bu kadar derinden hissetti bu acıyı? “Ondan geldik, yine ona döneceğiz” kuralını bilmiyor muydu? Bu gurbet toprağında, ebediyen mukim olmayacağını bilmiyor muydu? Hepsine “amennâ” dedi ama bu yürek acısı neden susmuyordu,  neden bir türlü dinmiyordu?

Bir cami çıkışı rahmetli gencin babası: “Bu bizim ağabeyimizdir, üzerimizde çok emeği vardır” dediği zamanları hatırladı. Okutmuş olduğu öğrencilerinin çocuklarını, “torunu” gibi sevdiğini söyleyen adam, bu delikanlıya da torunu gözüyle baktı. O yüzden gencin ölüm haberi bu kadar dokunaklı olduğunu anladı. Daha önce de yaşamıştı böyle bir duyguyu. Çocukları yetim bırakan bir babanın ölümü de acıdır... Ömrünün baharında ailesinin büyük beklentiler içinde olduğu delikanlının ölmesi de... “Ne olacak bunların hali” diye düşünürken zaman, sabır diye bir örtüyü çeker yüreklerin üstüne.

“Sabır ilk andadır” buyuran bir Peygambere (sav), iman vardır gönüllerde her daim. Dönüş Allah’a olacaktır ve Onun belirlediği zaman ve mekanda hasret bitip vuslat zuhur edecektir. Nasıl ki üniversite okusun diye baba ocağından ayrılan delikanlı, üç- dört yıl uzaklarda kalacak sonra belki evlenip tekrar gurbette iş tutacak, ancak belli zamanlarda evine uğrayacak büyüklerinin hal hatırını soracaktı...

İşte geleceğin fotoğrafı böyleyken şimdi onu görememenin, ona sarılamamanın artık sebebi ne olursa olsun, hiçbir kelimenin yeterli olmadığını hissederek yazmak gerektiğini biliyordu. Bazen acılar kıyaslanır, gönül terazisinde ağır basanlara takılıp kalırdı. Henüz deprem bölgesinde kaybedilen 42 bin küsür insanın can acısını savamamışken, onu dağıtamamışken delikanlıya yazılmış olan bu ecel fermanı ağır geldi ritmi bozuk yüreğine.

“Nurullah” idi babanın adı, yani Allah’ın nuru... Soyadı ise Eren, yani ermişlerden. Yüce makamlara layık bir isim...  Ta gençlik yıllarından beri gönlünü imana ve İslam’a açmış İslam ahlakıyla ahlaklanmış, bu doğrultuda bir yuva kurmuş, evlatların da aynı istikamette yetiştirmeye çalışmıştı.

Taziye akşamı “Oğlumun adını Ahmet Faruk koydum. İşte hayatımdaki değer verdiğim Ahmetlerden biri de Ahmet abiydi” dediğinde kalem sahibi adam hüzünlü bir onur duydu. Musallanın  yanında taziyeleri kabul  ederken de “Adaşın bizi bırakıp gitti!” diye hüzünlendiğini hatırladı.

Aramızdan ayrılan sevdiklerimiz için dualar gönderiyoruz, hayırlar yapıyoruz ama bir de onları rüyada görüp hallerinden haberler alındığında daha da mutlu oluyoruz. Bu hissi taziye akşamı gittiği evde tecrübe edindi. “Yaşlı bir teyze var, boş değil.” Demiş ki: Kur’an-ı Kerim okuyordum. Biraz uyuklar gibi oldum. Sonra rahmetli delikanlı geldi ve halinin iyi olduğunu haber verdi.” Ne güzel bir müjde. Daha kabrinde ilk geceyi belki de meleklerle geçiren delikanlının acılı anne babası için ne güzel bir müjde. Duyanlar da mutlu oldular, acılarını dağıtacak salih insanlardan gelen bu haberle. Daha nice güzel hayırlara vesile olacak, yokluğunda nice dualar gönderilecek ardınca.

“İbrahim Aleyhisselam gibi sorgulayan, araştıran bir yönü vardı. Son zamanlarda çok kitap okurdu” demişti acılı babası. “Gelsin Yasinler, Fatihalar...” demiş ya şair. Aynen onun dediği gibi ardından okunan hatimlerden, getirilen salavatlardan hasıl olan sevaplar, liste başından sonuna kadar hayırlı insanlara gönderilirken amin dedi zatlar, hüzünlü kalp ile.

Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir anda sükut ve sabır orta yerde dolaştı durdu yokluğunun ilk akşamı. Sonra kalem erbabı sesinin ezik kısmıyla gönlünün hüzünlü yanıyla teselli dolu anlamlar kurgulamaya çalıştı. “Bir alim, evladı ölünce, bir Peygamber sünnetini daha yaşadık, diyerek (aslında böyle bir sünnet yok Peygamberimiz 6 evladını kaybettiği için) kendini teselli etmiş. Peygamber Efendimiz: “Kalp hüzünlenir, göz yaşarır” demiş iki yaşındaki evladı İbrahim vefat ettiğinde.

Her cümlesi, her kelimesi doğru olan Efendimize (sav) şu anda gönülden katılarak “Sıddık Ya Resulallah/doğru söyledin ya Resulallah” diyoruz.

AHMET TAŞTAN2-52