Ertesi gün Kilis’e gidiyoruz. Asıl kıymetli mekan. Öğretmen olarak ilk tayinimin çıktığı şehirdir burası. 6 Eylül 1995 yılında başladığım meslek hayatımın stajyerlik bölümü, yedi ay sonra 1996 Haziran sonunda noktalanacaktı. Bizi bunca zaman ağırlayan havuşlu (bahçeli) eve gidiyoruz. Komşularla selamlaşıyoruz.
Benim daha önce görmediğim/hatırlamadığım ev sahibimiz iyice yaşlanmış. Manisa’da öğretmenlik yapan evladı gelmiş. Bu vesileyle 30 yıl önce kiracı olarak oturduğumuz odaya kadar giriyoruz. Bir kaç bardak çay ikramına muhabbet eşlik ediyor.
Eski günleri tekrar tekrar anlatan yaşlı adamı dinlerken duygulanıyor, fotoğraf çektiriyoruz. Belki de bir daha gelemeyeceğimiz bu mekana veda ediyoruz.
Kilis'in çarşısına inmek için ilerlerken yürüyüş yaptığımız park biraz değişmiş. Hastanenin kapısı olduğu gibi duruyordu. Bu arada Murat Paşa Camii’nin kubbesini yarım yamalak, Hacı Cümbüş camisini boylu boyunca görüyor ama zor bela hatırlıyorum/çıkarıyorum.
Sonra çok değişmeyen çarşı içinde bir otoparka bırakıyoruz arabamızı. Dükkanlar art arda cadde boyunca ve önlerinde onlarca motosiklet dizilmiş.
Ufak tefek alışverişler yapıyoruz ailece. Bir ara çıkıyorum dükkândan ve yoldan geçen insanlara dikkatlice bakıyorum tanıdığım çıkar mı diye. Belki beni tanıyan biri çıkar da “Oooo hocam nasılsınız?” der, yedi ay öğretmenlik yaptığım bu mekanda.
Sonra Kadı Camii, Tekke Camii, Valilik Binası önü, çıkarabildiğim kadarıyla. Meyan kökü şerbeti içtiğim meydanı tanımış oluyorum arabayla geçerken. Hicret Vakfını, Milli Gençlik Vakfını soruyorum. “Ahmet, sen Kilis’i unutmuşsun!” ihtarı ile yüz yüze geliyorum haklı olarak.
Bir zamanlar şehrin kıyısında kalan otobüs garajı ve sanayisine bir anda ulaşıyor ve devam ediyoruz. Oradan görev yaptığım kız bölümü ile erkek bölümünün bir duvarla ayrıldığı İmam Hatip Lisesine doğru gidiyoruz.
İmam Hatip Lisesi’nin binaları yerle yeksan olmuş/yıkılmış ama gözlerimin önüne pamuk tarlası gibi bembeyaz örtüleri ile dersine girdiğim kız öğrencilerim geliyor.
Sonra bahçesinde top oynadığımız o okul bahçesi... “Hocam siz çok güzel top oynuyorsunuz?” diyen öğrencilerimi hatırlıyorum. Ama bina yok, fakat hatıralar dimdik ayakta.
Kilis'in çevre yolundan ilerliyoruz; sol tarafta aynı yükseklikteki evler yani yeni apartmanlar sağ tarafta az ileride Suriye sınırı. Genişleyen ve modernizme açılan Kilis. Şehrin kalbi yani merkezi yaşlanmış, eski binalar yığını halinde kalmış.
Mustafa Akkurt hocamın köyüne akıyoruz ziftli asfalt yollardan. Yetti mi bu zaman dilimi hatıraları canlandırmaya, mazideki dostları görmeye? Tabii ki hayır.
Mustafa hocam, bize mazisinden tozlu yaprakları çevirir gibi sayfalar açıyor: “Çocukluğum burada geçti, şu ilerdeki köye okumak için yürüyerek giderdik. O köyde okul vardı, civardaki köylerin bütün çocukları buraya gelirdi.” Sözü edilen okulu da görüyoruz dönüş yolculuğunda.
Kıvrılan yollar, dönen tekerler bizi tekrar Kilis’e sohbetler yaptığımız esmer güzeli öğrencim, güzel insan Necmettin Akkurt’un kapısına götürüyor. Sarı renkli caminin kıble tarafında ki yol ayırıyor evini. Evin genişliği, terasın ferahlığı, ikram edilen yiyeceklerin lezzeti, yapılan muhabbetin samimiyeti, evin kızlarının hizmeti, unutulmayacak vakitleri sarmalıyor.
Antep'te son gece. Sabah namazından sonra uykumuzu alıyoruz. Çünkü uykulu gözlerle direksiyona geçmek istemiyoruz. Tam bu noktada yolculuğumuzun hedefi gerçekleşmiş oluyor fakat şimdi biraz ileri gitmemiz gerekiyor.
AHMET TAŞTAN