Yeraltı mağaralarına gitmiştik sıcağın altında. Buralarda pagan/putperest halklar yaşarken onların arasında Müslüman olanların saklandıkları enteresan labirent misali yeraltı şehirlerini gezdik Hele o bölümleri birbirinden ayıran ortası delik koca tekerlekle kapatılan kısımlar dikkat çekiciydi. Yeşil okların gösterdiği istikamette bir odadan diğer odaya giriyoruz, dışarısının sıcaklığına rağmen serinde yürüyoruz. İyi komünist, solcu bir beyefendi: “Burada herkes beni Derman diye bilir. Buyurun size yemek yedireyim, çay ikram edeyim” diyen cömert Anadolu insanıyla vedalaşıyoruz. İnancı, dünya görüşü ne olursa olsun misafirperver oluşu dikkatimizi çekiyor ama vakit yok.

Daha gelişmiş/düzenli bir yeraltı şehrini daha ziyaret ediyoruz. O saatten sonra yolculuğun adı Ihlara Vadisi'ydi. Vadiye, cam terastan, galoşlu titreyen ayaklarla adım adım yürüyerek bakıyoruz. Bir bardak çay ve iki rekat namazla ayrılıyoruz. Yol boyunca Rumlardan kalma eski dışı taş oymalı evler görüyoruz. Kentin girişindeki demir döven adam buranın isminin Demirci olduğunu ilan ediyordu. Burada BİM'den alışveriş yaparak hızla Aksaray’a akıyoruz.

Bir yatsı namazı sonrası dondurma ile içimizi soğuturken felsefi sohbetler dönüyor.

“Yapay Zekayı Kantla Düşünmek” isimli kitabıyla doktorasını tamamlayan felsefeci Ümit kardeşimden büyük İslam alimlerinin “ateşin yakmadığını” söylüyor ve ekliyor “Allah, her an ateşe yakma gücünü veriyor.” ifadesini duyunca çok dikkatimi çekiyor ve bundan sonraki meclislerde, muhabbetlerimde dilimden düşmeyen bir açıklamaya dönüşüyor. En azından oğlum öyle söylüyor.

“Allah (CC) her an yaratmadadır.” ayet-i kerimesinin her an bizim hayatımızda olması gerektiğini düşünüyorum.

Sıkıcı ve ilgi alanımın dışındaki bir konuda olmasına rağmen hediye sahibi “okuyacağını biliyorum!” diyor. Şimdiden okumaya başlamışım bile.

Alamanyalarda yetişmiş değerli gelinimizin elinden harika lezzetler tadıyoruz. İki aylık olmuş Osman isimli bebeği sebebiyle tebrik ediyor ve artık abi olan Salih’le çok değişik oyunlar oynuyoruz. Fakat durdurulamayan zaman akıp gidiyor. Bir sabah serininde ayrılığı getiren kontakı çeviriyoruz

Şimdi istikamet Gaziantep idi. Lakin haritada Niğde ismini görünce 15 Temmuz kahramanımız Ömer Halisdemir'in kabrini görmek ona da Fatihalar okumayı temenni ediyoruz.

Cuma vaktine bir saat kala arabadan çıkınca bizi sımsıcak bir havayla karşılayan Adana’dayız. Hacı Sabancı'nın inşa ettiği o muazzam caminde Yaz Kur'an kursuna gelen çocukların koşuşturmasını izliyor ve kuşlar gibi ötüşlerine hayran oluyoruz. Dışarının sıcaklığını bastıran cami klimalarından kopup gelen serinlik, kapının önünde yüzümüze vuruyor ve bir anlığına üşütüyor bizi ama sonra alışıyoruz.

Yola çıkmakla çıkmamak arasında tereddüt içinde kalıyoruz. Ama günlerin efendisi cumadır bugün. Seferi olsak bile bu sevaptan mahrum kalmak istemiyoruz. Cuma ezanını beklerken bahçelerden duyulan vaiz efendinin sesinin farkında olarak Seyhan nehrinin sakin sularını izliyoruz. Kıyısında kurulan otellerin muhteşemliğini fark ediyoruz ama tabiat renkliliği daha güzeldi.

Kılıyoruz Cuma namazımızı ve güneş tepemizde bize sıcak sıcak gülümserken döndürüyoruz tekerleri, tekrar Antep'e doğru yola revan oluyoruz.

AHMET TAŞTAN