Modern çağın hız ve bireysellik odaklı yaşamında, Adab-ı Muaşeret (görgü kuralları) kavramı, belki de hiç olmadığı kadar hayati bir önem taşıyor. Arapça kökenli "adap" (iyi ahlak, incelik, terbiye) ve "muaşeret" (birlikte yaşamak, toplumla alakalı olmak) kelimelerinin birleşiminden oluşan bu tamlama, sadece kişisel nezaketi değil, aynı zamanda sağlıklı bir toplumsal yapının temelini de ifade eder.
Peki, Adab-ı Muaşeret neden sadece bir lüks değil, aynı zamanda sosyal bir zorunluluktur?
Adab-ı Muaşeret, en genel tanımıyla, toplum içinde yaşayan insanların birbirine karşı davranışlarında sınır ve usulleri belirleyen terbiye, nezaket, saygı gibi ahlaki tutumları içeren görgü kurallarıdır.
İnsan, doğası gereği fizyolojik ihtiyaçlarının (beslenme, barınma) yanı sıra, güçlü bir sosyal çevreye ve ilişkilere de ihtiyaç duyar. Bu sosyal yön, bireye başkalarıyla kurduğu etkileşimleri belirli ölçü ve değerler çerçevesinde yürütme sorumluluğu yükler. Bu sorumluluk yerine getirildiğinde;
Toplumsal Huzur, Birlik ve Bütünlük sağlanır.
Bireyler, birbirlerine karşı toplumsal norm ve değerlere uygun davranmış olur.
Sağlıklı bir toplumsal yapının oluşumu desteklenir.
Görgü kuralları, sadece bireylerin kişisel rahatlığını değil, aynı zamanda topluluk halinde yaşamanın getirdiği ahlaki tutumların ilişkilerde ne ölçüde etkin olduğuyla da doğrudan ilişkilidir.
Toplumsal ölçüler, hem Türk kültür tarihinde hem de İslam geleneğinde kadim bir yere sahiptir. Kur'an-ı Kerim'de ve Hadislerde, toplum içinde nasıl davranılması ve insanlarla ilişki kurulurken hangi ölçülere dikkat edilmesi gerektiğiyle ilgili rehber niteliğinde pek çok emir ve tavsiye bulunur.
Bu kutsal kaynaklarla beslenen İslami eserlerde, muaşeret adabına ilişkin bilgi ve nasihatlere geniş bir şekilde yer verilmiştir. İslam medeniyetinde yetişen filozoflar, âlimler ve sanatçılar da nesillere ahlaklı ve erdemli olmayı öğreten birer pusula görevi üstlenmiştir.
Bu bağlamda Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî'nin cümleleri, görgü ve ahlakın zirvesini işaret eder:"Şefkat ve merhamette güneş gibi ol, iyilik ve cömertlikte akarsu gibi ol, hiddet ve asabiyette ölü gibi ol, tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol, hoşgörülülükte deniz gibi ol, ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol."
Modern yaşamın getirdiği hız, dijitalleşme ve anonimleşme, Adab-ı Muaşeret'in zayıflamasına neden olmuştur. Oysa görgü kuralları;
Etkili İletişimin Temelidir: Saygılı ve nezaketli bir dil, anlaşmazlıkları en aza indirir.
Güven İnşa Eder: Verilen sözde durmak, randevulara sadık kalmak ve dürüst davranmak, sosyal ilişkilerin kalitesini artırır.
Empatiyi Güçlendirir: Başkasının zamanına, mahremiyetine ve duygularına saygı göstermek, toplumsal empatiyi besler.
Kısacası, Adab-ı Muaşeret sadece "teşekkür ederim" demekten ibaret değildir. O, bir medeniyetin bireylere yüklediği "birlikte iyi yaşama" sorumluluğunun ahlaki çerçevesidir.
Görgülü olmak, başkalarını rahatsız etmeme inceliğini taşımak demektir ki, toplumsal huzurun anahtarı da bu incelikte gizlidir. Bu değerleri korumak ve yaşatmak, hepimizin ortak sorumluluğudur.
AYŞE BAYRAKTAR