Merhaba İnegöl'ün güzel insanları!
İnegöl'ün tarih ve kültürüne dair yazılarımıza devam ediyoruz.

Tarih çoğu zaman savaşları, fetihleri, hükümdarları anlatır. Oysa bazen bir köyün sessizliğinde, bir dağın yamacında, bir dervişin nefesinde bütün bir dönemin ruhu saklıdır.

İnegöl’ün fatihi Turgut Alp ile Geyikli Baba arasındaki bağ tam da böyle bir hikâyedir: güç ile gönül, kılıç ile hikmet, fetih ile fakr arasında kurulmuş derin bir dostluk…

İnegöl fatihi Turgut Alp, ileri yaşına rağmen Orhan Gazi’nin gerçekleştirdiği bütün fetih hareketlerinde ön saflarda yer almış bir alp olarak bilinir.

Ancak onun yalnızca savaş meydanlarında değil, gönül meydanlarında da iz bırakan bir yolculuğu vardır. Bu yolun en mühim durağı ise Geyikli Baba’dır.

Turgut Alp, kendi adıyla bütünleşen Turgut Eli’nde ikamet etmesine rağmen, gönlünü Baba Sultan Köyü’nde yaşayan bu dervişe bağlamıştı.

Geyikli Baba’nın sohbetlerine katılmış, yaşına rağmen kendisini onun hizmetine adamış, onun manevî nüfuzu altında derin bir huzur bulmuştur.

Bazı vakfiye kayıtları, Turgut Alp’in sarayını bile İnegöl’de değil, doğrudan Baba Sultan Köyü’ne yaptırdığını gösteriyor. Bu tercih bile iki isim arasındaki yakınlığın ne denli güçlü olduğunu anlatmaya yetiyor.

Hatta bu sarayın inşa edildiği tepecik, Orhan Gazi’nin Geyikli Baba’ya hediye etmek istediği dirlik teklifine karşılık yalnızca dervişlerin yakacak ihtiyacını karşılaması için “baltalık” olarak kabul ettiği küçük bir yerdi.

Baba Sultan, dünya malını reddeden bir dervişti; kendisine sunulan dirlik tahsislerini kabul etmemiş, fakrı ve uzleti seçmişti.

Turgut Alp’in aracılığıyla Geyikli Baba ile tanışan Orhan Gazi de onun manevî derinliğinden etkilenmişti.

Ancak Geyikli Baba, döneminin bazı şeyhlerinde görülen “şeyhlikten şahlığa geçme” arzusundan tamamen uzaktı. Hiçbir iktidar sahibine takılmamış, saray kapılarında güç aramamıştı.

Aksine Orhan Gazi’ye şöyle demişti:

“Milk ü mal, Hakk’ındır. Onu ehline verir. Biz onun ehli değiliz.”

Padişah “Ehli kimdir?” diye sorunca da cevabı yine aynı tevazu ve hikmetle vermişti:

“Hak Teâlâ dünya mülkünü sizin gibi han ve hükümdarlara ısmarladı.
Diğer emvâli muâmele ehline verdi ki kulların ihtiyaçlarını gidersinler.
Bizlere gelince… Gün yeni… Nasip olan rızık dahi yeni…”

Bu sözler, onun gerçek bir Ebdâlân-ı Rûm mensubu olduğunu ortaya koyuyordu. Burada “ebdal” kelimesi asla “abtal” yani “akılsız” anlamındaki kelimeyle karıştırılmamalıdır.

Tasavvufta “bedel”, yani dünya hayatına bedel olarak ahireti seçen kimselere verilen isimdir. Geyikli Baba da bu yolun en güçlü temsilcilerinden biridir.

Baba Sultan, şehir hayatını değil, dağların sessizliğini seçmişti. Hayvanat âlemiyle iç içe bir ömür sürdü.

Geyiklere alıştı, onları eğitti, hizmetlerinde kullandı; sütlerini içti, etlerini tüketti, derileriyle elbiseler yaptı. Bu yüzden halk arasında “Geyikli Baba” adıyla anıldı.

Onun yaşantısının bir simgesi olarak bugün bile türbesinde birkaç geyik boynuzu sergilenmektedir. Bu, yalnızca bir hatıra değil, aynı zamanda İslam tasavvuf geleneğinde doğayla uyumlu bir derviş kimliğinin sembolüdür.

Bugün Baba Sultan Köyü’nü dolaştığınızda, rüzgârın taşıdığı her ses, bu iki ismin hatırasını fısıldar. Bir yanda fetihlerin öncüsü bir alp… Diğer yanda dağlarda geyikleriyle yaşayan bir derviş…

Biri kılıçla, biri nefesle; biri fetihle, biri hikmetle…
Ama ikisi de gönül yolunda aynı menzile yürümüşlerdir.

Onların dostluğu, tarihimizin yalnızca savaşlara değil, maneviyata da dayandığını gösteren en güzel örneklerden biridir.
Ve belki bugün bile bize şunu hatırlatır:

Fetih yalnızca toprakla değil, gönülle de yapılır.

Sıradaki yazımızda görüşmek üzere! Yaşam sevinciniz eksik olmasın!