“Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin yahut sussun.” ( Hadis-i Şerif)

Dil; hacmi küçük ama işlevi büyük olan, her türlü duygu ve düşüncemizi ortaya döktüğümüz uzvumuz. Sonsuz hayra sebep olacağı gibi sonsuz şerre de sebep olacak kadar tehlikeli. Kontrol edilmesi, iradesi ciddi bir disiplin gerektiren en mühim parçamız.

Yunus Emre’nin deyimiyle; “Söz ola, kese başı, söz ola bitire savaşı…” İki ucu keskin bir kılıç misali, insanı ya felaha ya da hüsrana götürecek yegâne şey… Bu sebeptendir ki susmak, selamete kavuşturur.

Âlim zatlardan Hasan el Basri’nin tabiri ile “ Dilini tutmayan kimse, dinden hiçbir şey anlamamıştır. Müminin dili, düşüncesinin arkasındadır. O önce düşünür sonra konuşur. Münafığın dili ise, düşüncesinin önündedir. O, düşünmeden konuşur.”

Dilini tutabilmek, iyi bir mümin olmanın ölçütü, önce düşünmek ve tasarlamak ardından söze dökmek, ölçüp tartmadan konuşmak ise münafığın alameti olarak görünmekte. Yaratılış hikmetleri düşünüldüğünde aslında bu hal öyle güzel gösterilmiş ki bizlere. İyice bakıp görelim diye iki göz verilirken adam akıllı dinleyip anlayalım diye iki kulak ihsan edilmiştir.

Peki ya ağız, o ise tek değil midir? İki düşün, iki gör ancak tek söyle! Anlamak için iyice dinlemen gerek çünkü iletişimdeki en önemli ölçü doğru dinleme yapmaktır. Bir şeylerden haberin olması, doğruyu farketmen için iyice gözlemlemen gerekir.

Bakar kör olmaman gerek yani. Sonrasında söz sana gelir, yeri ve zamanı ise ifadeye dökersin içindeki kelimeleri. Dil, korunması en zor uzuvdur bu yüzden, itina ve özen gerekir.

İmam-ı Gazali, büyük Üstat, İhya-ı Ulumu ‘din eserinde; Helak Edici Şeyler bölümünde, Dilin Afetlerine değinmiştir.

Kuran, Hadis ve Âlimlerin sözleri ile konuyu açıklamış, bizlere yol göstermiştir.” Dilin afetlerini sıralama yapacak olursak Gazali’nin ufkuyla; “ Boş şeyler konuşmak, Fuzuli konuşmak, Batıl konuşmalara dalmak, İtiraz ve Münakaşa etmek, Düşmanlık Beslemek, Konuşmayı Gösterişli Yapmak, Çirkin Sözler Söylemek, Lanet Etmek, Kötü Şiir Söylemek, Şaka Yapmak, Alay Etmek, Sır İfşa Etmek, Yalan Vaatte Bulunmak, Yalan ve Yalan Yere Yemin Etmek, Gıybet, Dedikodu, İki Yüzlü Konuşmak, Aşırı Övgü, Hatalı Konuşmak, Anlayamayacağı Şeyi Sormak” , yirmi bir kısma ayırmıştır.

Her bir madde üzerinde anlaşılması, derinlemesine işlenmesi gereken konulardan oluşmaktadır. Konuşmak dediğimiz şey aslında o kadar hassas olunması gereken bir konudur ki; sözümüzün doğru olması, boş ve gereksiz lafların karışmaması, batıl konulardan kaçınmamız, gereksiz yere tartışmaya girmemek, sözlerimizde düşmanlık olmaması, çirkin ve ahlaksız kelimelerden kaçınmamız, yalandan, gıybet, söz taşıma, alay, hatalı konuşmak, anlaşılması zor kelimelerle uzatmak gibi ilkelere dikkat etmemiz gerekir. Cümlelerimiz, söylemlerimiz, bizim kişiliğimizin, ahlakımızın göstergesidir.

Kalbimiz neyi hissediyor, ruh dünyamızda ne şekilleniyor ise kelimelerimiz onu aktarıp dile getirir. Bir insanı tanımak için onun konuşma şekline, iletişim haline bakmamız, bizlere ışık tutacaktır. Sözdeki güzellik, yumuşaklık, naiflik, nezaket, muhatabın gönlünde çiçekler açtırırken, kaba, kırıcı, kötü sözler ise karşı tarafın kalbine kaplanan zehirli bir ok misalidir.

Bu sebeple Rahmet Elçisi; “ Güzel söz sadakadır”, diye buyurmuş, kâfirlere karşı daima sözün güzelini söylemiştir. Kâinat Kitabında Musa peygamber, Firavun zalimine gönderilirken dahi, yumuşak söz söylemesi emredilmiştir.

Kâinat Kitabında güzel söz için;” Kökü sabit, dalları olan, güzel bir ağaç”, benzetmesi yapılmakta, o ağacın muhakkak meyvesini vereceği dile getirilmektedir.

Sözün özü; “ Lisanı ağızda olanı değil, lisanı gönülde olanlara yar et bizi.

Tebessümü simasında olanı değil, tebessümü gönülde olanlara kat bizi.

Aşkı tende sananı değil, Aşkı ruhunda can bilenlere arat bizi.” ( MEVLANA)

Sevda ÇEVİK