Bu ibareyi Kur'an-ı Kerim meali dinlerken duyunca üzerinde biraz düşünmek istedim. Cenab-ı Allah, “insanlar demesinler diye şunu şunu yaptık” ifadesini kullanmış.

Akıl bahşedilmiş insan, nefis ile donatılmış ve birtakım sorumluluk yüklenmiştir yani mecbur tutulmuştur. Akıl ederek gerekeni yaparken nefsinin ve şeytanın vesvesesiyle ona engel olması söz konusudur. Herhangi bir sebeple yapması gerekenden geri kaldığında hesap verirken bir mazeret üretecektir.

Mazeretinde haklı çıkmaması için, yüce Rabbimiz adeta kulların önünü kesiyor (doğru olanı yapsın diye) ve kitabında size şu, şu, şu imkanı verdik buyuruyor.

Bu “demeyesiniz diye” ifadesi; karşısındaki muhatabını tanıyanın ya da olayların önünü arkasını bilenin diyebileceği bir sözdür. “Ben böyle diyeceğini hiç tahmin etmemiştim” gafletine düşmez kişinin karakterini tahmin edebilenler.

Bir öğretmenle bir öğrenci arasında şöyle bir kurgu düşünelim. Ders çalışmama alışkanlığı olan öğrencisine her türlü imkanı hazırlayan öğretmen ondan kesin bir dille ödevini yapmasını ister. “Elektrikler gitmişti, sular yoktu, eve misafir gelmişti, babam şuraya gönderdi vb. mazeretlerini yok etmek ister. Öğretmen okuldaki bütün imkanları önüne serip ders bittikten sonra “bu ödevini kütüphanede yap!” deyiverir.

Mazeret makinesi olan insanın elinden mazereti alındığında kendini mecbur hisseder, birazcık utanması varsa. Haklı ya da haksız mazeret üretemeyen insanlar, işledikleri suçun cezasına da katlanmak zorunda kalırlar istemeseler de.

“Allah, yarattığını bilmez mi?” ayet-i kerimesi de Cenab-ı Allah insan evladını nasıl donattığını çok iyi bildiğinden bu çoğunluk içinde bazıları haklı sebeplere sarılacak ve ve yüce Rabbimize itiraz edecektir. Her işi hakkıyla yerine getiren Rabbimiz, insanın aklını besleyecek, nefsini dizginleyecek ve sorumluluğu kolaylaştıracak her türlü mantıklı delilleri ortaya koymuş ve apaçık yol göstermiştir.

İnsan bir suç işlediğinde “tamam benim suçum. Her şey apaçık ortadayken ben bile isteye kendim yapmadım. Cezası neyse katlanırım!” diyecek bir olgunluk göstermelidir.

Cezanın büyüklüğü karşısında muhakkak ki mazereti bir kıyıya bırakıp af ve mağfiret dileyecek, dünyaya gönderilmek isteyecek, sürecin tekrar başlamasını talep edecek belki ama “akıl edecek bir insanın akıl edebileceği bir vaktin kendisine tanındığını ve kuralların kesin olduğu yüzüne haykırılacak. Buradan geriye dönüş yok, denilecek.

İmtihan dünyasının sırları burada. İnsanda bir zafiyet, günahta bir cazibiyetin bulunması imtihanın en heyecanlı yeri olsa gerek. Zafiyeti azaltacak ikna basamakları tek tek sıralanmış. Cazibenin rüzgarına kapılırsa sonunda ne olacağı gösterilerek cazibenin parlaklığı giderilmiş. İnsan hidayet denen nur ile aydınlandıktan sonra iman ettiği hakikatlere teslim olup yola devam etmesi istenir.

Düşünmemize uç veren ayetin bulunduğu sayfada kitap kelimesinin geçtiği birçok ayet-i kerime var. Onlardan biri şuydu: “Bu kitap (yani Kur’an) sizin, "bizden önceki iki millete (Yahudi ve Hristiyanlara) kitaplar indirildi, biz o kitapları okuyup anlayamadık.” ya da "Bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha imanlı ve ahlaklı bir toplum olurduk!" dememeniz için gelmiştir. (Enam suresi 156-157. Ayetleri)

Sorumluluklarını yerine getirmede samimi olan insanların gönlüne hidayet ve rahmetin yerleşmesinde Rabbinden gelen açık deliller, insanın aklına rehberlik edebilir yeterliliktedir. Sadece insan can kulağıyla bunları dinleyip niyetini düzeltsin.

AHMET TAŞTAN