Bizi Biz Yapan Kimlik Kültür

Hepimizin bildiği gibi, kültür dediğimiz şey, bir toplumu diğerinden ayıran, ona kimlik kazandıran, o topluma özgü değerlerin ve yaşam biçimlerinin bütünüdür.

Tıpkı bir yemeğin kendine has tadı gibi, kültür de topluma özgü bir tat verir. İşte bizim o günlük hayatta sergilediğimiz davranışlar, hal hatır sormalarımız, misafire ikramımız... Bunların hepsi bu kültür potasında eriyip şekilleniyor.

Kültürün temelinde, toplumun varlık ve evren konularındaki inançları vardır. Bu inançlar zamanla alışkanlıklarımızı, sorun çözme yöntemlerimizi biçimlendiriyor ve değerlerimizi oluşturuyor.

Bir eylemin "iyi" mi, "kötü" mü, "haklı" mı, "haksız" mı olduğuna karar verirken, ölçüt olarak hep bu değerleri kullanıyoruz. Adabımuaşeret de tam olarak buradan besleniyor; geleneklerimizden, göreneklerimizden, inançlarımızdan ve o toplumsal uzlaşmayı sağlayan kültürden.

Unutmayalım ki, adabımuaşeret, her ne kadar evrensel bazı yönleri olsa da, büyük oranda ait olduğu topluma özgüdür. Düşünün, bizim kültürümüzde bir arkadaşımıza yolda rastlayınca içtenlikle "Hâl hatır sormamız", Batı'da bazen "fazla özel alana girmek" olarak algılanabiliyor.

İşte bu, kültürün o kaçınılmaz farklılığını gösteriyor. Örneğimizde olduğu gibi, görgü bile toplumdan topluma nasıl da şekil değiştiriyor!

GÖRGÜ KURALLARIMIZIN EN TEMEL KAYNAĞI DİN

Adabımuaşeretin bir diğer ve belki de en köklü dayanağı ise şüphesiz dindir. Geleneksel toplumlara baktığımızda, sosyal hayatın neredeyse tamamen din ekseninde temellendirildiğini görüyoruz. Din, ahlak, terbiye ve nezaket kurallarından oluşan adabımuaşerette adeta bir pusula görevi üstleniyor.

Özellikle semavi dinlerde (Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet) görgü kurallarıyla ilgili sayısız hüküm var. İslam toplumlarında ise edep kurallarının önemli bir kısmı, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bizzat yaşantısından, yani sünnetinden geliyor. Bu durum, dinin ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor.

Kutsal metinlerimizdeki o güzelim öğütleri hatırlayın: Konuşma adabıyla ilgili "Allah’a ve ahirete inanan ya hayır konuşsun ya sükût etsin." hadisi... Ya da güzel üslubun ve affedici olmanın önemini vurgulayan o ayet: "İyi sayılan bir söz ve bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir..." (Bakara suresi, 263).

Hatta bir adım öteye gidelim: Kur'an-ı Kerim'de bize "Gurura kapılarak insanlara burun kıvırma, ortalıkta çalım satarak yürüme; unutma ki Allah gurura kapılıp kendini beğenen hiç kimseyi sevmez." (Lokman suresi, 18) buyurularak alçak gönüllülük emrediliyor. Dürüstlük, iyilik, adalet... Bütün bu temel davranış kalıpları, dinî kaynaklarımızda apaçık bir şekilde belirtilmiş.

Adabımuaşeret dediğimiz o ince, zarif kurallar bütünü, öyle havadan gelip kurulmuyor. Bizi bir arada tutan, toplumumuza kimlik veren o güçlü kültürel mirasımızdan ve en önemlisi, inançlarımızın bize öğrettiği o sağlam dinî temellerden besleniyor.

Unutmayalım; güzel konuşmak, doğru davranmak, kibar olmak sadece birer kural listesi değil. Onlar, bizim hem kültürümüzün bir yansıması hem de inancımızın gereğidir. Bu iki güçlü dayanağa sahip çıktıkça, sadece kendi hayatımızı değil, içinde yaşadığımız toplumu da güzelleştireceğiz.

Ne dersiniz, biraz daha selamlaşmaya, 'hâl hatır sormaya', biraz daha 'alçak gönüllü olmaya' özen gösterelim mi?

Hepinizin, görgü ve nezaketle dolu bir yaşam sürmesini dilerim.

AYŞE ŞEN BAYRAKTAR

Kaynak: Adab-ı Muaşeret Ders Kitabı-MEB