Kâinatın iki muhatabı, bir kadın, bir erkek… Toprağın bereketiyle yoğrulan, su ile hayata tutunan, ruh ile can bulan insan. Kökü nisyana dayanan unutkan, nankör varlık. Hakkı bulduğunda yücelen aliyyül ala, batıla düşerse hayvandan da aşağı esfeli safilin. Yaratanın varlığına anlam kattığı, ruhundan üflediği, âlemi inşa ve imar için vazifelendirdiği sorumlu kişi. İlk insan, Hz. Âdem ve Havva ile başladı tarihteki hikâyesi. Kâinatın Sahibi, insanoğlunun yalnız kalamayacağını bildiği için, er ve hatun olarak yarattı. Birbirini tamamlayan bir yapbozun iki parçasıydılar. Fıtraten farklı, insaniyet olarak aynı. Fiziken farklı, kul olarak aynı ve denk. Elbise gibi birbirine örtü, özellikleri ile birbirini sarıp sarmalayan, yatıştıran ve kuşatan idiler. Cennetin en güzel köşesinde iken beraber hataya düşüp beraber tövbe eden idiler. Dünya imtihanına ikisi de muhatap, Allah katında kullukta ikisi de denk, ömür yolculuğunda yaren idiler.
Erkek, bedenen kuvvetli, fikren daha sade ve düz, hayata karşı daha kavi iken, hatun; bedenen nazenin, naif, fikren daha karışık, kırılgan, hayata karşı daha duygusal, narindi. Birbirine zıt ama birbirini tamamlayan ve çeken bir hal üzere yaratılmışlardı. Er, kollayan, sahiplenen, sarmalayan, hatun ise limana yaslanan, anlaşıldığında çiçek açan nazenin hali ile birbirine yolda yaren idi. Biri mantığı ön planda tutan diğeri hissiyatı ile dengeyi kuran. Biri sakinleştiren, diğeri heyecanlandıran, biri susarak konuşan, diğeri konuştukça konuşan, biri düz, diğeri kıvrımlı, biri kaba, diğeri estetik, biri ciddi, diğeri neşeli, birbiri ile hayat bulan ve hayata tutunan iki sevgili… Fıtrat olarak apayrı da olsalar da kulluk da denk ve eşit. Rabbine muhatap, hayat imtihanında birlikte yükümlü. Dağların yüklenmekten kaçındığını birlikte omuzlanan ikili. Kuran’da iman eden kadın ve erkekler için birbirinin velisi diye tarif ediliyor. Birbirini koruyan ve gözetleyen, birbirine dost ve yardımcı olan anlamında ifade ediliyor. Hz. Âdem ile Havva, Efendimiz ve Hz. Hatice, Hz. Ali ve Hz. Fatıma, bu kapsamda bakılınca örnek bir kadın- erkek modeli olarak çıkıyor karşımıza. Hayata beraber tutunan, zorluklarla beraber mücadele eden, birbirini dinleyen, anlayan, Allah’ın rızası için birlikte koşturan, gayret eden, düştükleri zaman birbirini kaldıran, iyilikte yarışan, iyi bir insan olmak için daima çalışan… Kâinatın yaratılış sebebi muhabbeti yüreklerinde taşıyan, birbirine sadakatle bağlı, kalpleri birbiri için atan yarenler. Eş olmanın tarihteki zirve örnekleri. İman eden kadın ve erkek için en güzel rehberler. Hal böyle iken hiçbiri de kadın ya da erkeklik tarafından bakıp da kendini Kaf dağında görmemiş. Rekabet kollarını sıvayıp da birbirine üstünlük taslamamış. Sen-ben derdine düşüp de birbirini hırpalayıp zorbalamamış, şiddete başvurmamış. Er kişi olmayı, kadını ezip, küçültmek olduğunu, sus-pus, evinde oturan, sesi soluğu çıkmayan bir kadın olması gerektiğini savunmamış. Hatun da güzelliğini kullanarak entrikalara başvurmamış, konuşmanın haddini aşıp erini aşağılamamış. Çünkü onlar, birbirini eş olarak görmüşler, ömür yolculuğunda yaren, kulluk bilincinde birbirine veli olmuşlar. Aralarında sevgi-saygı-sadakat ile beslenen bir muhabbet ile birbirine bağlanmışlar.
Modern zamanların en büyük handikabı, kadın- erkek arasına açtığı uçurum ve çatışma halidir. Sanki birbirine rakip, düşman iki ayrı cins algısı üretilmiş durumdadır. Üstünlük yarışı ile başlayan bir akımdan eşitlik anlayışına ya da oradan herkes her şeyi yapar, güç yarışına evirilmiştir. Öyle ki bu durumun kurbanı, maalesef kadınlar olmaktadır. Feminizm safsatası ile başlayan bu düşünce biçimlerinin amacı, fıtratı bozmaktan başka bir şey değildir. Kadın her şeyi yapabilirim düşüncesi ile kendini her işe atmakta, böylece bin parçaya bölünmektedir. Yalnız tuhaf olan kadının evden başka her işteki başarısı medya tarafından sürekli alkışlanırken, asli görevi olan annelik zorluğu vurgu yapılarak aşağılanmaktadır. Ev, yuva, hane mefhumu bir öcü gibi görülüp sürekli kadını dışarı sürükleyen, oradan oraya koşturan bir durum söz konusudur. Bu da sanki modern olmanın, çağdaş kalmanın gereği gibi gösterilmektedir. Aslında kadınlar içlerine baksa, asla huzurlu ve mutlu olmadıklarını görebilirler. Erkek ve kadın figürü yarıştırıldığı, yaratılışlarının dışına doğru sürüklendiği sürece çatışmalar artacak ve huzur Kaf dağının arkasına saklanacaktır…
Sözün özü; “Hoşça bak zatına, zübde-i alemsin sen,
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen.” ( Şeyh Galip)
Sevda ÇEVİK