“ Oruç bir kalkandır. Oruçlu, saygısızlık yapmasın, ahlaksızca konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye veya sövüşmeye kalkışırsa, iki defa,” ben oruçluyum”, desin. ( Hadis-i Şerif)
Oruç; imsak vaktinden iftar vaktine kadar mümin kişinin yemeden, içmeden, nefsi istek ve heveslerinden feragat etmesi, sabırla beklemesi. Bedenin arzularını ertelemesi, iradenin güçlü tutulması, azim ve gayretle iftar saatine ulaşmaktır. Bedenin zekâtı, sağlığımızın şükrü, karakterimizin inşasıdır. Peki, ama sadece fiziki olarak aç-susuz kalmaktan mı ibarettir oruç ibadeti?
Rahmet Elçisi, cevaplıyor asırlar ötesinden, “ Nice oruçlu vardır ki onun orucu sadece açlık ve susuzluktur. Nice gece ibadete kalkan vardır ki onun bu kalkışı sadece uykusuzluktur.” Çok tehlikeli ve korkutucu bir durum karşılıyor bizi. Demek ki hikmet bedenin halinden ziyade kalp ve ruhun ne âlemde olduğu, amelin ne yönde devam ettiğindedir.
Oruç ibadeti, tefekkür edildiğinde sadece bedeni bir ibadet değil; insanın kendi içine giden bir aylık bir yolculuktur. Bu yolculukta azık, samimi bir niyet, sabır, irade kuvveti ve gayrettir. İnsanın nefsine en ağır gelen şey, açlık ve susuzluktur. Bunlardan belli bir vakte kadar mahrum kalan benlik, daha ulvi hislere karşı açılır. Çünkü bedenen daha sakin, dingin bir hal alır. Akıl, kalp ve ruh da, Rabbinin aşkı ve muhabbetiyle meşgul olur, zikrederse, işte o zaman yolculuk istikamet bulur.
Aslında insan can sıkıntısını hep bedeni ihtiyaçlarda arar, oysa insanın asıl özü, ruhun ne istediğidir. Beden bir mola verdiğinde, akıl tefekküre açılır, kalp muhabbete, ruh ise güzel işlere doğru yol alır. Mümin, bir aylık adeta yenilenme dönemini fırsat bilmelidir. İmanını salih amellerle süslemeli, bire bin verilen bu zaman dilimini çok iyi değerlendirmelidir. Rahmet Elçisi’nin deyimiyle, oruç bizleri kötülük ve günahlara karşı koruyan kalkandır. Elimizdeki bu kalkanla, önce kendimizi, dedikodu, ahlaksızlık ve her türlü kötülükten korumalıyız. Sonra bize bir sataşan olursa oruçlu olduğumuzu söyleyip onun hatasına aynısı ile karşılık vermemeliyiz.
Elbette bu zor olan bir durumdur. Ancak oruçlu mümine yakışan budur. Diğer türlü, elimizde kalan sadece kuru bir açlık ve susuzluk olacaktır. Zahmetsiz rahmet olmaz düsturunca, biz elimizden geleni yapmaktan mesulüz. Öyle bir ibadet ile iç içeyiz ki, Allah katında sevabının derecesi paha biçilmez, sadece oruç ibadetine has cennette Reyyan kapısı bulunmakta. Aslında kâmil bir mümin olma yolculuğundaki en önemli basamaktır oruç aynı zamanda. Riyası olmayan, sadece kul ile Rabbi arasında sır kalan bir ibadet…
Bu Ramazan, belki de ömrümüzün son Ramazanı, hangimiz emin öyle olmadığına? Öyleyse toparlanmalı, kendimize gelmeliyiz, sahurla başlayan günümüze, gece ibadetimizi, muhabbet zikrimizi, Kuran süsümüzü, iftar sevincimize ise teravih molasını katmalıyız. İhtiyacı olan kardeşlerimize yardımlarımızı ulaştırmalı, fitre, sadaka, infak ve zekât ile Ramazanın ruhunu, tüm âleme hissettirmeliyiz.
Nasıl ki çabalıyoruz sofralarımızı bereketli ve güzel kılmaya, gönül sofralarımızı kurmalı ve zenginleştirmeliyiz. Ya gerçekten son ise diye düşünüp, gelişi ile rahmet olan on bir ayın sultanı, misafirimizi, en güzel şekilde ağırlamalı, memnun etmeden yollamamalıyız. O ki, bize hediyelerle geldi, müjdelerle geldi, Kerim olan Rabbimizden ikramlar ile geldi.
Öyle güzel geldi ki, rahmet ile başladı, mağfirete doğru yol aldı, cehennemden kurtuluşa doğru gidiyor. İftara gelen misafirlerimizi, elimizden geldiğince izzeti ikramla misafir eden bizler, asıl misafirden habersiz miyiz yoksa?
O vakit, biz orucu tutalım, samimiyetle sımsıkı, işte o zaman oruç da bizi tutacak, sarmalayıp, bizlere zırh olacak… Ve oruç, hakkaniyetle amacına ulaşacak. Sözün özü;” Orucun da iftarı vardır. Oruç, müminin kalbinde iftar eder. Onun sofrasında, göğe mahsus yiyecekler bulur.” ( Sezai KARAKOÇ)
Sevda ÇEVİK