Fransız Annales Ekolü, 19. Yüzyılda Strasbourg Üniversitesinde kuruldu. Annales Okulunu diğer bütün ekollerin önüne geçiren şey “Longue Durée” denilen araştırma yöntemini kullanması oldu. Bu yöntem, tarihsel olayların ve süreçlerin arkasında çok daha uzun bir süreç yaşandığını savunuyordu.

Savaşlar, politik ve iktisadi değişimler tekdüze bir yaklaşımla kavranamazdı. Aksine büyük değişimlerin arkasındaki sosyolojik, teolojik, ekonomik ve psikolojik faktörlerin incelenmesi gerekiyordu. Kısacası bu ekol, tarihi olaylarda “büyük fotoğrafı” görmeyi amaçlayan bir yaklaşımın temsilcisi olmuştur.

Ülkemizde bu anlayışın temsilcisi olarak iki isim bizi karşılar: Şerif Mardin ve Halil İnalcık. İkisi de birbirinden değerli şahsiyetlerdir ancak bizler şu anda politik tarih okuması yapacağımız için Şerif Mardin’in üzerinden ilerleyeceğiz. Şerif Mardin, Osmanlı’nın ve Türkiye’nin politik tarihini incelerken şüphesiz ki pek çok alandan faydalanarak Annales Ekolünün yaklaşımını Türk Literatürüne kazandırmaya gayret gösterir. Zannımca Mardin bu yöntemi iki sosyal bilim dalında çok iyi kullanır: İktisat ve Teoloji.

Mardin, Osmanlı’da ekonomik yapıyı çok iyi kavramıştı. Osmanlı’nın iktisadi gelişimini ve yapısını modern literatür çerçevesinde okuyabiliyorsak bunu Şerif Mardin’e borçluyuz. Allah nasip ederse bu hususu farklı bir zamanda derinlemesine işleriz zira Şerif Mardin’in daha iyi olduğu bir alan var: Teoloji.

Annales Ekolü, Avrupa merkezli bir ekoldür. Teoloji, Kilise ve Din Avrupa’da ne kadar güçlü olursa olsun Rönesans’tan sonra toplumun her tarafına sirayet edememiştir. 19. Yüzyıl Avrupa’sında insanları dinin arkasından sürüklemek neredeyse imkânsızdı ancak Şerif Mardin’in 20. Yüzyıl Türkiye’sinde bu oldukça imkânlıydı. Şerif Mardin belki de Seküler Türkiye Cumhuriyeti’nin teolojik tarihi için yapabileceği en önemli şeyi yapıp: “Bediüzzaman Said Nursi Olayı” adlı eseri kaleme aldı.

Bu eserde Mardin objektifliği taraf taraf bozup duygusallığa kapılsa da bence Annales Ekolünün en başarılı eserlerinden birisi bu eserdir. Mardin, bir cemaatin ve seküler devlete karşı mücadele veren insanların oto-portresini çok katmanlı bir biçimde çıkarır. Nur Cemaatine sadece bir “cemaat” olarak değil, bunun ötesinde “State-Religion/Ulus Din” kavramına ve Garp’a karşı Şark’ın değerlerini savunan bir topluluk olarak bakar.

Bu bakımdan Nur Cemaatinin örneklerine Avrupa’da da rastlanılabilir. İngiltere’de 16. Yüzyılda “State Church” yani “Devlet Kilisesi” programı ortaya çıktığında özellikle İngiltere’de pek çok ayrılıkçı cemaat ortaya çıkmıştı fakat şu anda bu insanlara dair hiçbir bilgimiz yok. Şerif Mardin’in Türk Teo-Politik alan yazımına yaptığı en değerli katkı bence budur.

Bu cemaat ile ilgili deneyim yaşayan tek kişi Mardin değil. Nurettin Topçu’ya atfedilen bir hikâye de mevcut. İki şahsın da Denizli’de sürgündeyken karşılaştığı ve Topçu’nun Nursi’ye karşı bir samimiyet beslediğini iddia edenler var fakat bu hususta elimizde kesin bir kaynak yahut yazılı belge yok. Topçu’nun yoğun bir biçimde Said Nursi etkisinde kaldığını zannetmiyorum. Topçu düşüncelerinde çok büyük oranda Batı Düşünürleri ile Mehmet Akif’in etkisinde kalmıştır.

Ancak Hümanizmin(Böylelikle Sekülerizmin) sıkı bir eleştirmeni olan Topçu, Sekülerizme karşı duran Said Nursi gibi birisiyle tanışmak istemiş olabilir. Şahsi kanaatimdir ki, medyadaki ve bazı kaynaklarda bahsedilen “Topçu’nun Said Nursi Hayranlığı” isimli meselelerin mübalağalı olduğunu zannediyorum. Bu hususta Topçu’ya dair fazla bir şey konuşamayacağız fakat Cemil Meriç’in yazılarına ulaşabiliyoruz.

Cemil Meriç, “Bu Ülke” adlı eserinde Nur Cemaati’ni bir sosyolog olarak yorumluyor ve tıpkı Şerif Mardin’in yaptığı gibi onları Sekülerizmin karşısında bir hareket olarak yerleştiriyor. Meriç için Nurcular; Cumhuriyet ile beraber doğan Batı/Doğu ve Kent/Köy karşılaşmalarında azınlık olan tarafı temsil ediyor. Bu bakımdan Meriç, Mardin’e kıyasla onlara karşı duyduğu samimiyeti çok daha açık ifade ediyor. Böylelikle Cumhuriyet’in getirdiği çatışmalarda safını belli ediyor.

Sanırım yazının sonunda şu husustan bahsetmemek olmayacak: Ben; Said Nursi’ye, fikirlerine ve takipçilerine samimiyet beslemiyorum. Ancak, bu benim nasıl ki objektif bir değerlendirme ve politik/teolojik tarih okumamamı yapmamı engellememişse; sizin de bu yazıyı objektif bir biçimde değerlendirmeniz gerektiğine inanıyorum.

 Ülkemizin tarihinde ne yaşanmışsa ve kimler var olmuşsa bunların aklıselim ve bilimsel kaideler çerçevesinde tartışılması/okunması ve incelenmesi gerektiğine inanıyorum. Tarihimizi Annales Ekolü gibi her yönüyle inceleyebildiğimiz vakit, bu ülkede tarih okuryazarlığımız gelişecektir.

ALİ KURNAZ