Çalıştığı okulda yapayalnız bırakılmıştı. Yüreğinde fitili çekilmiş bir el bombası gibi duran davası vardı. Kimseye zarar vermek istemiyordu ama elindeki de kendini rahatsız ediyordu.
Satırlara dökülen duyguları günlüğünde şu cümlelerle canlanmıştı:
“Kimse benim derdimle ilgilenmiyordu sanki. Dünyayı yakıp kavuran zulüm, gönlümü de cehennem yerine çevirmişti. Ve bu cehennemin ateşi çevremdekilere de dokunduğunda onların söylediği şey...
Ne söylüyorlardı? “Yaptığımız şeyleri sana göstermeli miyiz, diyordu bazıları. Bir diğeri ise “yaptığın işin yöntemi yanlış” diyordu.
Ateş bacayı sarmış, ben o ateşle sınıflara giriyor, koridorlarda geziyordum. Suskunluğum sabır tanımıyordu zaman zaman. Bastırmak için çabalasam da beceremedim. Ve bazı arkadaşları rahatsız edecek ifadeler paylaştım.
Yarın, “zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et!” emri doğrultusunda “ne yaptın?” diye sorulursa mazeret olsun diye yazmıştım her kelimeyi. Bir mazerete sahip olmak, bir acıyı ne kadar dindirirse belki de bir sorumluluğu o kadar giderebilir.
Görüyor, duyuyor ve hissetmeye çalışıyordum. Gözümü kapatınca gece olmayacağını biliyordum. Başımı çevirdiğimde o kötülüğün oradan gitmeyeceğini biliyordum. O sebeple ne gözümü kapatıyor ne başımı çeviriyor ne de ilgisizlik işareti olan herhangi bir şey yapmak istiyordum.
Masum çocukların çektiği sıkıntılar, acılar; annelerin yüreklerini paramparça eden feryatları kulağımızın çeperinden gönül diyarına ulaştığında gaflet perdelerinin dağılacağını zannediyordum.
Direniş her gün devam ediyordu zulüm gibi. Zalimler asla durmuyordu “yeter!” demiyorlardı. Bütün dünyayı göbeğinden bağlamışçasına ipini ellerinde tutuyorlardı.
Ancak özgür insanlar bu zulme itiraz ediyorlar; kampüslerde, okul bahçelerinde, AVM'lerde, otogarlarda, kafelerde özgürlüğün sorumluluğunu yerine getiriyorlardı.
Boykot diyorlardı... İsrail'e lanet diyorlardı... Ölen şehitlere rahmet diyorlardı. Dünya insanları ayırt etmeksizin hepsi... Müslümanı, Hristiyan’ı canlı yayında bir zulme şahitlik ediyorlardı.
İşte ben de onlardan biriydim. Trene bakan mahluklar gibi zulme ve mazlumlara bakmak istemiyordum.
Yalnız bırakılmak pahasına elden gelen neyse, dilden dökülen neyse, gönülde filizlenen neyse asla geri bırakılmamalı namlunun ucuna sürülmeliydi.
“Her eylem yeniden diriltir beni” diyen şairin sözünü hayat prensibi kabul etmeliydim. Bir adım atmalı, sonra bir bayrak dalgalanmalı, sonra bir nara savrulmalı, sonra dualar semalara uçurulmalı, sonra nefisler kınanmalı, sonra nefretle boykot devam etmeli, sonra bir şuur zihinlere yerleşmeli ve Yahudi’yi yeryüzünden silmeli.
Yapılacak ne kadar çok iş var. Eylemin adı cihat, mücadelenin sonu şehadet... Yapılacak daha çok iş var.
Ve “toprağa düşen hangi tohum yeşermedi de insan tohumu yeşermesin” diyen Mevlana sözünü baş tacı edip binler vermek için toprağı kapanmalı vakti geldiğinde.
Gazze’deki bebeler öyle yapmıyor mu? Bir bir toprağa düşerken batıda fidan fidan boy atıyorlar!
Mücadele bu! İnsan, karşısındakini görebildiği kadar yanındakini de görmek istiyor.
Yanındakiler, seni yalnız bırakıyorlarsa üstat Necip Fazıl’ın sözünü rehber edinmelisin. “Kim var, diye sorulduğunda, sağına soluna bakmadan, “ben varım” diyecek bir gençlik...
Ne mutlu ruhu diri olanlara.
Kaynak: gencgazete.net