Her insan Ali Şeriati’nin ve Heidegger’in de belirttiği gibi dünyaya fırlatılmıştır ve ömrü, insanın içindeki tevhidi ortaya çıkarma ve yayma sürecidir. Kur’an bize bu hususta örnek olarak Hz. Âdem kıssasını sunmaktadır. İnsan, Hz. Âdem gibi imanını yeniden keşfetmek, affedilebilmek için diyar diyar gezebilir, rızkını arayabilir ve Allah’ın nimetlerinden istediği gibi yararlanabilmelidir. Bu, ilk insan Hz. Âdem’e Allah tarafından bahşedilmiş belki de tek ve en mühim haktır.

 İtalyan Filozof ve Katolik Teolog Romano Guardini’nin hem siyaset hem de din felsefesine dair çok önemli bir alıntısını paylaşmak istiyorum. Bu vasıtayla mülkiyet, sınırlar ve tiranlık üzerine yeni bir bakış açısı kazanmayı hedefliyorum.

Guardini teolojik vaazlarına yer verdiği bir eserinde şöyle söylemiştir: “Sezar’ın hakkı Sezar’a; Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya”.

Bu söz vasıtasıyla Guardini, bu dünyadaki her şeyin öncelikle Tanrı’ya ait olduğunu; bu yüzden doğuştan gelen bir kölelik anlayışını ve tiranlığı reddetmektedir. Bu meseleye önceleri J.J Rousseau da Toplum Sözleşmesinde değinmiştir. Rousseau, kimsenin kimseye doğal yollardan bir üstünlüğü olmadığını daha hümanist bir kavrayışla savunmuştur. Guardini ise Rousseau’nun yaptığının pek benzerini yapsa dahi bu meşruiyetin kaynağının kökenine tanrıyı koymuştur.

Tek bir tanrının kulları olarak, aramızdaki bu sınıfsal ayrım nereden tezahür etmektedir? Özünde de zaten bir toplumun keskin sınıflara ayrılması bir “Firavun” âdetidir. Kur’an Kasas Suresinin 4. Ayetinde bu durumdan şöyle bahseder:

“Şüphesiz ki Firavun, o yerde (Mısır’da) zorbalaşmış, erkek çocuklarını kestirip kadınlarını sağ bırakarak (ve) her birini (her grubu) zayıf düşürerek halkını çeşitli gruplara ayırmıştı. Şüphesiz ki o (Firavun) bozgunculardandı.”

Bürokrat, Burjuvazi, Küçük Burjuva, Büyük Burjuva ve İşçi gibi pek çok sınıflara ayrılmış toplumlarımız neden bu ayeti göz önüne almazlar? Bizim başımızda tiranlar, bir grubu zayıf düşürüp diğer bir grubu imtiyazlarıyla gücün muhafızları haline getirenler bulunmamakta mıdır? Zindanlarımızda çürüyen Yusuflar yok mudur?

Peki, tarih boyuncaki firavunlar neden korktu? İnsanların bir insanlık ve adalet şuuru kazanmasından korktular. Bu şuuru kazanmak aslında insanın tevhit yolculuğuna tekabül etmektedir. Bu şuuru kazanan insan; evren, dünya ve insanlar arasındaki konumunu bilen sorumluluk sahibi bir insan yani Müslümandır. Tanrının mallarının üzerine konan ve onu Tanrının nimetlerinden ayırmaya gayret eden müstemlekeci zihniyete karşı olan savaş, Peygamberin asıl sünnetidir.

Bu vaziyette; İbn Sina’dan Tufeyl’e, Tufeyl’den de Heidegger’e kadar ki Varlık Felsefesinin aradığı hayatın anlamı ve insanın kendisine bir yer edinme çabası bağlamında ortaya atılmış iki kavram olan mahiyet ve tekniğin önünde öncelikle bir illüzyonlar bütünü olan sınır ve sınıflar bulunmaktadır. Yani var olabilmemiz için öncelikle insanlığımızı zalim kuvvetlerin elinden geri almak mecburiyetindeyiz.

Bu çağda, hepimiz bir madun değiliz de neyiz? Çok küçük bir azınlık dışında hepimiz madunluğu paylaşmıyor muyuz? Hepimiz sermaye, bürokrasi ve güç tarafından dışlanmıyor muyuz? O halde şunu sormak istiyorum; konuşamayan, düşünemeyen ve sorgulamayan madun bir Müslüman gerçekten de bir Müslüman mıdır?

Dahası hepimiz gerçekten de rızkımızın ve şansımızın Anadolu ile sınırlı olduğunu mu düşünüyoruz? Kim bilir nicelerimiz için rızık doğuda yahut batıdaydı. Fakat illüzyonlar arasında olduğumuz yerde tıkılı kaldık. Rızkı, Allah’ın topraklarında aramak aynı zamanda hicrettir de. İmkânsızlıktan imkâna bir göç ve hicret meselesidir. Bugün Gazze’de, eskiden Irak’ta ve Afganistan’da yaşanan katliamların büyüklüğünün en büyük paydaşlarından birisi sınırlardı. Sınırlar bu vaziyette bir ölüm çemberinden başka nedir ki? “Yılan bana dokunmuyorsa isterse acılar içinde kıvransın” anlayışından başka nedir?

Kant ve Farabi’nin de değindiği gibi; erdemli bir dünyanın kapıları, sınırların yok olduğu ve edebi barışın hâkim olacağı inançlarıyla dolu olduğumuz bir dünyada açılacaktır. Takva Sahibinin de sorumluluğu İsmet Özel’in de dediği gibi Müstemlekeci Kuvvetlere Karşı İlimle Durmaktır.

ALİ KURNAZ-HİSBİL ÖĞRENCİSİ

Kaynak: gencgazete.net