Ahmet Taştan'ın Köşe Yazısı

Adamın günlük olarak yapmaya çalıştığı ve en kıymetli gördüğü şey aklı ile vahyi birleştirmekti. Öteden beri öyle düşünürdü. Akıl denilen cevher, vahiy denilen mücevheri kavramalıydı. Bu sebeple gün içinde bu alışkanlığını yerine getirirdi. Bazen de kendince söyleyiş olarak dikkatini çeken ayetler için notlar düşerdi. Ve yazdı...

Kur’an-ı Kerim meali okurken yine muhteşem bir ayet-i kerime ile karşılaştım.  Muhteşem dediğim şey, müminlerle kafirleri anlatırken kullandığı kelimelerin hemen hemen birbirine denk gelmesidir. İlahi bir kelam olduğunu hissetmemek mümkün değildir.

Biz edebiyatta zaman zaman leff ü neşr sanatı dediğimiz özel bir benzetme gibi düşünülmüş bu iki ayetin tertibi, anlatımı çok güçlendirmiş.

Bu edebî sanat, bir kıyaslama ya da bir örnekleme gibi tasarlanır. Fuzuli’nin iki dizesiyle açıklayalım.

Arzın yâdıyla nemnâk olsa  müjganım nola

Zayi olmaz gül temennası ile vermek hare su

Dediği şu: nasıl ki gül yetişir diyerek dikene su vermek boş bir iş değilse aynen bunun gibi dikene benzeyen kirpiklerim de gül yanağı anmakla/anımsamakla nemlense ne olur. O da boş bir iş sayılmaz, demek istiyor.

Dizelerde ârız(yanak) ile gül, yâd etmek ile temenni etmek, kirpik ile diken, su ile nem(göz yaşı) arasında benzetme var.  Bu da zor bir örnek oldu ama derdimizi böyle açıkladık. Edebiyatçıyız ya... Aslında bilinen bir hali, daha iyi anlaşılsın diye bilinmeyen ya da az bilinen bir şey ile kıyaslamaktır mesele...

Tabii ki ayette bir kıyaslama yok. Siyah ile beyazın, gece ile gündüzün kendine has özellikleri sıralanması gibi tertip edilmiş.

Yunus Suresindeki 26. ve 27. ayet-i kerimeleri iyi takip ettiğimizde Kur’an-ı Kerim'de çok yaygın  olarak kullanılan bir üslup ya da usul  görüyoruz. Görmezler mi, akletmezler mi gibi dikkat çekici ifadelerle mananın, insanın anlayışına havale edildiği ayetleri hatırlayalım bir an.

26. ayetin öznesi; ihsanda bulunan kişiler.

27. ayetin öznesi; kötülük kazanmış kişiler.

26. ayetin kahramanlarına verilecek mükafat; güzellik ve bir de ziyadelik vardır. Yani Allah'ın iyiliklere misli misline değil de daha fazla ikramda bulunmasından bahsedilmiştir.

27. ayet-i kerimede kötülüğün cezası/karşılığı ise misli misline (denk olduğu kadardır) der.

26. ayet-i kerimede  ihsan sahiplerinin yüzlerinde kara bir leke ya da zillet yoktur.  (Vela yerhaku vücuhuhüm) diyor.

27. ayet-i kerimede ise “onları bir zillet kaplar” dedikten sonra devamında “yüzleri karanlık geceden bir parçaya bürünmüş gibidir” der. Aynı kelime yani "kaplar" kelimesi.

“Varacakları yer” konusunda 26.  ayet-i kerimede “işte onlar Cennet ehlidirler” der ve vakti tayin eder “orada ebedi olarak kalacaklardır” buyururken 27. ayet-i kerimede de “işte onlar, cehennem ehlidir” dedikten sonra vakit mührünü de vurur “orada ebedi kalacaklardır.”  

Ayetlerde özneler, yaptıkları fiiller üzerinden tanımlanmıştır. Yani ihsanda bulunanlar ile kötülük kazananlar kıyaslanmıştır. Aslında müminler ve kafirler olarak anlatılmış olsa olurdu lakin insanların amellerinin onları nereye götüreceği ile alakalı bir istikamet ortaya konmuştur.

Sonra söz, daha çok inkar edenlerin üzerinden devam ediyor sayfa sonuna kadar. “Onlar, o gün/mahşerde diriltildikleri zaman putlarla bir yere çekilecekler/ toplanacaklar. Putlar da onların kendine taptıklarını kabul etmeyecek. Biz onlardan habersizdik diyecekler. Onlar kendi arzularına (uydurdukları da demek de doğrudur)  tâbi oluyorlardı, diyecekler. O batıla saplanmışların vay haline.

Velhasıl şu insanoğlunun kâfir cinsi en çok ve en ağır kötülüğü kendine yapıyor herhalde.